İslâmiyettenönce Araplar arasında okuyup yazma bilenlerin sayısı son derece azdı. Cömertlik, konukseverlik, sözde durma, düşmanları bile olsa kendilerine sığınanları koruma, cesâret.. gibi bazı iyi özellikleri yanında, soygunculuk, faizcilik, zenginleri üstün, fakirleri hor görme, içki ve kumar düşkünlüğü
Fiziki haritalar belli bir bölgenin yer şekilleri, akarsuları, varsa denizlerin derinliklerine dair veriler içerir. Fiziki haritalarda yükseltiler kahverengi ile vurgulanır. Kahverengi koyulaştıkça arazinin yüksekliği de artar. En yütksek noktalar en koyu kahverengi ile belirtilir. Fiziki haritalarda alçak alanlar sarı ile
Mezheb lügatte gitmek, tâkib etmek, gidilen yol ma'nâlarına gelir. Genel olarak görüş, doktrin, akım ma'nâlarına da kullanılmıştır. İslâm dîninde, îmân edilecek şeylerde mezheblere ayrılmak yoktur. İslâmiyet, müslümanlardan Peygamber efendimizin (s.a.v.) inandığı ve bildirdiği gibi îmân etmelerini istemektedir.
İslamiyetten önce Arap Yarımadası’nın özellikleri nelerdir? Bu özellikleri İslamiyet’e uygunluk açısından değerlendiriniz. Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.‘a ulaşabilmek ve dersinizi kolayca yapabilmek için aşağıdaki yayınımızı mutlaka inceleyiniz.
Divan şiirinde en çok kullanılan türlerden olan mesnevi özellikleri aşağıdaki gibidir. Mesnevi özellikleri. İkili, ikişer anlamlarına gelir. İran edebiyatından bizim edebiyatımıza geçmiştir. Beyit sayısı bakımından herhangi bir sınırlama yoktur ancak 30 beyiti aşmayacak şekilde de mesnevi yazılmıştır.
cash. İslâm’dan önceki Araplar arasında her ne kadar Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecûsîlik, Sâbîlik ve Hanîflik gibi farklı dinî inanışlara rastlansa da, en yaygın dinî inanç hiç şüphe yok ki, putperestliktir. Özellikle bedevîlerin itikat esasını oluşturan bu inanç, Sâmîlere has inanışın en eski ve iptidaî şeklini temsil eder. Esasında putperestliğin Araplara girişinin sonradan gerçekleştiği, Arapların başlangıçta yaratıcının varlığını inkâr etmedikleri, ancak zaman içinde heybetinden ürktükleri Tanrıya yalnızca aracılarla ulaşabileceklerini düşünerek putlar edindikleri, dolayısıyla putperestliğin Araplara girişinin yabancı kaynaklı olduğu yönünde görüşler ileri sürülmüştür. Bu iddia, Mekke halkının esasında Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşâ etmesiyle tevhid inancı ile tanıştığı; ancak İbrahim ve oğlu İsmâil neslinin, zaman içinde ihtiyaçlarına cevap veremeyen Mekke şehrinden ayrılırken yanlarında Kâbe’den kopardıkları küçük taş parçalarını da götürdükleri ve gittikleri yerlerde kutsal kabul ettikleri bu taşlara tazim göstererek bu inançtan bir uzaklaşma yaşadıkları aaai üzerine dayandırılmıştır. Taşlara gösterilen bu tazimin tapınma şeklini alışı, Mekke ve Kâbe’nin Huzâa kabilesinin hâkimiyeti altına girdiği milâdî üçüncü asra tekabül etmektedir. Rivayete göre, bu kabilenin liderlerinden Amr b. Luhay, ticaret amacıyla gittiği Şam’dan aldığı Hübel adlı putu Mekke’ye getirerek Kâbe’nin avlusuna dikmiş ve halkı buna tapınmaya davet etmiştir. Yarımadaya bu şekilde giren putatapıcılık zaman içinde yaygınlaşmış ve çok geçmeden de yarımada halkının hâkim inancı haline gelmiştir. Kâbe’ye getirilen put sayısı zamanla büyük artış göstermiş; öyle ki her kabilenin, hatta her ailenin kendisine ait bir putu olmuştur. İslâm’ın bölgede ortaya çıktığı dönemde Kâbe’deki put sayısının 360’a ulaştığı bilinmektedir. Bunlar içinde en meşhurları Hübel, İsaf ve Nâile, Ved ve Hicaz’da “Allah’ın kızları” sayılan üç ilahe Lât, Menât ve Uzzâ’dır. Bunlardan Mekke’ye getirilen ilk put olma özelliği taşıyan ve Mekke’nin en itibar gören putu sayılan Hübel, insan suretinde olup, kırmızı akikten yapılmıştı. Arap kabilelerinin tümü tarafından ilah kabul edilen bu putun Suriye’den getirilişi sırasında eli kırılmış; bunun üzerine Kureyş müşrikleri tarafından altın bir el takılmıştır. Safâ’daki Îsâf ile Merve’deki Nâile ise, Kâbe’de zina yapan iki insanı temsil ediyordu. Ved, Huzaa kabilesinin putu olup, iri cüsseli bir erkek heykeldi. Arapların en eski mabutlarından olan ve güneşi temsil ettiğine inanılan bir tanrıça sayılan Lât, kalıntılarda bazen güneşin bir parçası, bazen çıplak bir kadın, bazen de bir at olarak tasvir edilmiştir. Hicaz’ın yanı sıra Irak, Şam, Nabat ve Safâ gibi bölgelerde de tapınılan Uzzâ ise, Kureyş’in en büyük putlarındandı. Kureyş’in yanı sıra başka pek çok kabilenin daha takdis ettiği deniz kıyısında bir tapınağı bulunan kader tanrıçası Menât’a gelince, özellikle Hicâz bölgesinin en ilgi çeken tanrıçalarından biri olarak kabul ediliyordu. Kâbe’nin çevresindeki putların sayısı ve onlara atfedilen önem kabileden kabileye değişmekle birlikte, söz konusu putların bütün kabileler nezdinde belli bir saygınlığı vardı. Câhiliye Arapları her ne kadar esas itibariyle putlara tapsalar da, yaratıcı tanrıyı ifade etmek üzere “Allah” diye çağrılan üstün bir Tanrının varlığını da kabul ediyorlardı. Nitekim bölgede Hz. İbrahim peygamberin dini olan Hanifliği benimsemiş kimselerin bulunması, tevhid inancının Arap yarımadası için yabancı olmadığının delili kabul edilmiştir. Milattan sonraki yıllarda özellikle Güney Arabistan’da var olduğu bilinen ve muhtemelen ticaret yoluyla Mekke’ye de taşınmış olan bu inancın, Câhiliye şiirinde de yer alması dikkat çekicidir. Zira Câhiliye şiirinde geçen ve Allah’ı ifade etmek üzere kullanılan “rahman” kelimesinin Câhiliye döneminde çoğulunun bulunmaması, bu kelimenin bir tek tanrıyı ifade ettiği şeklinde yorumlanmıştır. Kur’ân-ı Kerim’in de işaret ettiği üzere ez-Zümer, 39/3 Müşrik Araplar putlara, yalnızca kendilerini Allah’a yaklaştırmaları amacıyla tapıyorlardı. Öyle ki onlar, yeryüzünü sulayıp ekinleri yetiştiren, sürüleri çoğaltıp insanın emrine veren Allah’ın “her şeyin yaratıcısı”, “yeryüzünün rabbi”, “göklerin ve yerin sahibi” olduğunu biliyorlar ve sıkıntılı zamanlarında O’na yalvarıyor, en büyük yeminlerini O’nun adına ediyorlardı. Hatta ürünlerinin bir kısmını dahi O’nun adına ayırıyorlardı. Tehlike anında dua ediyorlar; ancak tehlikeden kurtulunca O’nun varlığını unutuyorlardı. Putlara kurban kesiyorlar; ama aynı zamanda Allah'a ibadet ediyorlardı. Bütün bunlar, Câhiliye Araplarında Allah inancının oldukça muğlâk olduğunu ve bir inanç bunalım ve kargaşasının yaşandığını göstermektedir. Her ne kadar bilinç düzeyinde aracı olarak görülseler de günlük yaşam içinde putlar hayatın bütün alanlarını kuşatmış ve hâkim inanç alanı oluşturmuş durumdaydı. Câhiliye Araplarının putlar için kullandığı en yaygın ve şümullü ifadeler, sanem ve vesen kelimeleriydi. “Heykel”in karşılığı olarak kullanılan sanem, “Allah’tan başka tapılan şey” anlamına gelmekteyken, “Dikili taş” anlamına gelen “Nasb”ın daha ziyade taştan yapılmış mabutlar için kullanıldığı sanılmaktadır. Putperestliğin tabii sonucu olarak Câhiliye dönemi Arabistan’ında bir put veya tapınak edinmek oldukça önemliydi. Hemen her evde tapınılacak bir putun yer aldığı Câhiliye Arabistan’ında, ayrıca Kâbe veya tapınak önlerine de taş dikilirdi. İbadetlerin toplu olarak yapıldığı yerler, çok sayıda putun yer aldığı tapınaklar olup, ibadetler tavaf eder gibi taşın çevresini dolaşmak suretiyle gerçekleştirilirdi. Göçebelerin tapınak ihtiyacını karşılamak için de konaklanılan yerlerde kurulan çadırlardan biri tahsis edilirdi. Araplar nezdinde büyük saygınlığı olan bu tapınaklar çoğunlukla “beyt” adıyla anılsa da, küp şeklinde olanlarına “kâbe” denmekteydi. Yemen’in San’a bölgesindeki Riyâm tapınağı, Câhiliye döneminin en tanınmış tapınakları arasında yer almaktaydı. Câhiliye dönemi Arap inanışında ibadetlerin başlıca gayesi, dünyevî bir takım hedeflere ulaşmak olup, ibadet biçimi put evlerinde yapılan dua, secde ve tavafın yanı sıra kurban kesmek ve sadaka vermek şeklinde gerçekleştirilirdi. Genellikle sağlık, zenginlik, zafer ve evlat sahibi olma gibi isteklerin dile getirildiği duaların kabulü için, putlardan yardım ve şefaat talep edilirdi. Hayatın ana gayesini, dünya zevklerinden olabildiğince istifade etmek üzerine temellendirmiş olan Câhiliye inanışında ahiret inancı yer almasa da, bunun da Allah inancı gibi muğlâk olduğunu görürüz. Zira ölünün yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaç maddeleriyle mezara konması, keza mezarın başına aç-susuz bırakılarak ölüme terk edilen ve ölüye mahşere giderken bineklik yapacağına inanılan bir hayvanın bırakılması, bilinçaltında ölüm sonrasında ikinci bir hayatın var olduğuna dair bir telakkinin yattığını gösterir. Câhiliye dönemi Arap dini inanışının ana mahalli, hiç şüphe yok ki Kâbe ve çevresidir. Nitekim hac ibadetinin, Câhiliye döneminin en yaygın ve düzenli ibadet şekli olduğu bilinmektedir. Savaşın yasak olduğu ve kabileler arası çatışmanın sona erdirildiği hac mevsiminde, her kabile Kâbe’yi tavaf eder; tavaf sırasında kendi putları önüne geldiklerinde de saygıyla eğilip dua eder ve telbiye getirirlerdi. Günahlardan arınmayı sembolize etmek üzere tavaf, umumiyetle çıplak olarak gerçekleştirilirdi. Bir bayram coşkusu içinde algılanan haccın esasını tavaf teşkil etse de, hac ibadeti, Kâbe dışındaki putların yer aldığı bölgedeki diğer tapınakların da ziyaretini kapsardı. Tanrının varlığının izini taşıdığına inanılan ve bu nedenle kutsal sayılan tapınaklar dâhilinde hiçbir canlı varlık yok edilemezdi. Bu bakımdan bu gibi mekânlar, kabile taassubunun hışmına uğramış ve can güvenliğinden endişe edenler için ideal bir sığınaktı. Söz konusu tapınaklardaki Tanrılara muhtelif armağanlar ve güzel kokular sunan, adaklar adayıp hayvanlar kurban eden Câhiliye Araplarının, Yahudi ve Hıristiyanlar gibi oruç tuttukları, keza çocuklarını sünnet ettirdikleri bilinmektedir. Gusül ve ölülerin yıkanıp kefenlenmesi gibi uygulamaların da var olduğu bilinse de, yaygınlık dereceleri hakkında net bir kanaat yoktur. Önemli işlerinin halli konusunda putlardan yardım dileyen, onlar önünde çektikleri fal okları ile problemlerine çözüm arayan ve bütün bunları dinî bir vecibe haline getiren Müşrik Araplar, kuşların uçuşuna, ya da hayvanların yönüne bakarak kehanette bulunurlar; nazardan korunmak için de muska ve tılsımlara başvururlardı. Eşyalarının yanı sıra çanak çömlekle gömülen ölüleri için de adakta bulunurlar; mezarlarına da heykel veya taşlar dikerlerdi.
İslamiyet’ten önce Arap Yarımadası’nın özellikleri nelerdir? Bu özellikleri İslamiyet’e uygunluk açısından değerlendiriniz. Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.a ulaşabilmek ve dersinizi kolayca yapabilmek için aşağıdaki yayınımızı mutlaka önce Arap Yarımadası’nın özellikleri nelerdir? Bu özellikleri İslamiyet’e uygunluk açısından değerlendiriniz. Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla önce Arapların büyük çoğunluğu putlara tapardı. Her Arap kabilesinin kendine ait putları bulunmaktaydı. İslamiyet öncesi dönemde Arap Yarımadası’nda siyasi birlik yoktu. Araplar kabileler hâlinde yaşarlardı. Kabilelerin başında şeyh adı verilen yöneticiler bulunurdu. Arap Yarımadası’nda insanlar genelde yerleşik bir hayat sürerdi. Şehirlerde yaşayan insanlar tarım ve ticaretle uğraşırdı. Göçebe hayat süren insanlara ise bedevi adı verilirdi. Bedeviler hayvancılıkla uğraşırdı. Bu dönemde Arap Yarımadası’nda ailelerde erkekler söz sahibiydi. Kadınların hakları yoktu. İslamiyet öncesi dönemde Arap Yarımadası’nda edebiyat, şiir ve hitabet özelliklerin çoğu İslamiyet’e uymuyor. İslam’da tek ilah vardır ki o da Allah’tır. Kimsenin başkasına üstünlüğü yoktur. Kadınların da pek çok hakkı Sınıf Anadol Yayınları Sosyal Bilgiler Ders Kitabı Sayfa 49 Cevabı ile ilgili aşağıda bulunan emojileri kullanarak duygularınızı belirtebilir aynı zamanda sosyal medyada paylaşarak bizlere katkıda bulunabilirsiniz. 2023 Ders Kitabı Cevapları ☺️ BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
İslamiyetten önce arap yarımadasında çeşitli devletler kurulmuştur. Kuzeyde Nabatlılar, Tedmürler ve Gassaniler. Güneyde Main, Saba ve Himyeri devletleri.. 1- Nabatlılar Nebatiler Josephus zamanında Fırat ırmağından Kızıldeniz'e kadar uzanan ve Suriye ile Arabistan arasındaki sınır bölgesindeki vahalardaki yerleşimleri kapsayan ve "Nebate" ismi verilen alanda yaşayan kadim semitik, güney Ürdün'lü, Kenan'lı ve kuzey Arabistan'lı Araplardı. Bu uygarlık, 300 yıllarında tüccar bir Arap kavminin kurduğu, Kızıldeniz, Akdeniz ve hatta Hint Okyanusu’nu da etkileyen bir uygarlıktır. 700’lü yıllara kadar varlığını sürdüren, Romalılar, Müslümanların çeşitli istilalarına uğramış olan bu medeniyet zamanının en gelişmiş medeniyetlerinden biridir. En önemli özellikleri de yeryüzünün bilinen bütün yerlerini gezmeleri ve onların zenginliklerini ve kültürlerini kendi ülkelerine taşımalarıdır. Nebatiler İslam açısından oldukça önemli bir devlettir, İslam dininin nebatilerden ne kadar çok etkilendiği birde Petra kenti var, ve o kentin konumu Petra Ürdün'ün Lut Gölü ile Akabe Körfezi arasındaki toprakları üzerinde yer alan antik kenttir. 400 ile 106 yılları arasında Nebatiler'e başkentlik yapmıştır. Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilene kadar başkent olarak varlığını sürdürmüştür. Burada aklıma gelmişken Rum suresi ve özellikle 1-4 ayetlerinde ’dünyanın en alçak yeri-yer yüzünün yakınları ?’’ diye nitelendirilen yerden bahsedilmesi bence nebatilerin İslam dinine etkilerinden biridir. Rum Suresi, 1-4 “Elif, Lam, Mim. Rum orduları yenilgiye uğradı. “Dünyanın en alçak yerinde". Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Üç ile dokuz yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. Ve o gün müminler sevineceklerdir.„Yoksa ne alakası var kuranda böyle bir surenin geçmesinin,onun amacı islamiyeti tanıtmak değimlidir? Nebatiler tanrılarını genelde; kare taş, kutsal meteorlar, taş bloklar, bazen de şematik göz ve burun ile simgelemekteydiler. Nebatilerin erken tarihte Arapça adları ile tanrıları vardı. Bunlardan bazıları şunlardır 1 Al Qaum - savaşçı olan karavanlar muhafız tanrısı,2 Al Kutbay -, ticaret öğrenme tanrı, yazma ve kehanet3 Allat - bahar ve bereket tanrıçası4 al Uzza - ve güçlü5 Manawat - kader ya da kader tanrısı. Bunları uzun uzun yazmaya gerek yok merak edenler google dan aratabilirler. Allat, Menat, Uzzayı… Nebatilerin islamdaki izlerini Necm suresinde de görmek mümkün,Necm yıldız suresi 19-20. ayetlerinde 19. Gördünüz mü Uzza'yı, Lât' Ve ötekini, üçüncüsü olan Menât'ı. Bir diğer etkiyide şu şekilde görebilirizAllat-menat-uzza putları ve bunların yıkılışı ile ilgili bir öykü geliyor,Yurtları Taif olan sakif neresi peki Taif; Suudi Arabistan'ın Mekke Bölgesi'nde bulunan, Mekke ve Medine'den sonra en büyük üçüncü şehridir. Mekke'nin 150 km kadar güneydoğusunda kalan bir yer. Daha düne kadar, Lât ve Uzza önünde eğilen Ebû Süfyan, şimdi kendi eliyle aynı putu kırıp dağıtmaya gidiyordu. Çünkü gönlündeki şirk putu kırılmıştı. Onun yerine saf, ter temiz Tevhid bayrağı dikilmişti. Bunun için gitmekte tereddüt Süfyan ile Muğıre bin Şu'be Taif e varıp Lât putunu kırarak darmadağın ettiler.İbni Kesîr, Sîre, 463. Gibi bi öyküyü okuyunca Nebati tanrılarının islamiyete ne kadar etkili olduklarını görebiliyoruz. 2- Tedmürler Palmira Şam'ın 215 km kuzeydoğusunda, Humus'un 155 km doğusunda ve Fırat'ın 120 km güneybatısında bir vaha üzerinde kurulmuştur. Suriye çölünün ticari kervanlarının geçiş noktasında olması sebebiyle "Çölün Gelini" de denilen bir şehir. Yunan ve Roma kaynaklarında ise 1. yüzyıldan itibaren kayıtlara rastlanılmıştır. Palmira tanrılarınada bir göz atalım Palmira tanrıları, Ay Tanrısı "Aglibol", Güç ve Gökyüzü Tanrısı "Beelshamen", Güneş Tanrısı "Malakbel".İslamiyettede ay ve güneş oldukça önemli bi "Beelshamen" gökyüzü tanrısı olarak anılmasıda ilginç bir 1. yüzyılın ortalarında kervanların geçiş güzergahı üzerinde, Pers İmparatorluğu ve Akdeniz kıyısındaki Romalıların ve Fenikelilerin limanları arasında Roma İmparatorluğu kontrolünde bir şehir konumunda bulunmaktaydı. Şehrin coğrafi konumu ticari ve dini merkez haline gelmesini kolaylaştırmıştır. Aramilerin bölgeye yerleşmesiyle Palmiralıların kültürü Yunan-Roma ve İran Partlar izlerini birlikte barındırmaya başladı. Bu ortak kültürün izleri; tapınaklarda her iki kültürün de mimari stilinin kullanılmasından ve insan büstlerinde görülen, her iki kültüre ait giyim tarzının benimsenmiş olmasından anlaşılmaktadır. 3- Gassaniler Suriye'de hüküm süren bir hanedan. Yemen'den gelme ve monofizit Hıristiyan idiler. Bizans imparatorlarının tabiyetinde ve onların sınırlarını İranlılara ve bunların tabiyetinde bulunan Hira Lahmilerine karşı müdafaa etmekle mükellef medeniyeti ile temaslarından dolayı Lahmilerden yüksek bir seviyede oldukları halde, bu akraba ve tabii hasımlarının aksine olarak, Gassanilerin sabit bir makarrı hanedanın tarihi, Arap tarihinin en karanlık kısımlarından biridir. Haklarında bilinen sadece birkaç hükümdar adlarından ve tenakuzlar ile dolu kısa malumattan ibarettir. Araplar arasında dolaşıp gelen rivayetlere göre, Gassaniler, Cenubî Arabistan kabilelerinden olan Azd kabilesinden ortaya hanedanın mevcudiyeti muhakkak olan ilk ve en önemli hükümdarı monofizit kilisenin gayretli taraftarı ve hamisi El-Haris bin Cabala'dır. 4- Ma’in devleti Ma'in Arapça معين'dan مملكة معين Memleket Ma'in. Yemen bölgesinde 8. yüzyılda kurulmuş bir devlettir. Başkentleri Karna bugün, Sa'dah olarak bilinen bölgede kurulmuştur. Bir diğer öenmli şehirleri sayılan Yathill bu gün Barakiş sınırlarında kalmaktadır. Suriye, Filistin, Hindistan ve Çin'le ticari ilişkileri vardı. Main Devleti, Seba'lar tarafından yıkılmıştır. 5-Saba devleti Günümüz Habeşistan Etiyopya veya Yemen'inin olduğu topraklar.İbranice Sh'va veya Seba שבא, Arapça Saba veya Sebe سبأ, Habeşçe ሳባ Gelelim dinlere katkısına bu devletin ..Saba melikesi Belkıs denen şahsiyet var, lilith olarakta bilinir. Musevilik ve Hristiyanlık inançlarında Âdem'in ilk eşidir. Tevrat'ın ilk bölümü olan Yaradılış bölümünün 1. Bab'ında Âdem ile beraber bir dişi yaradıldığından, 2. Bölümde ise Âdem'in kaburga kemiğinden bir dişi yaratıldığı açıkça yer almamasına rağmen; birçok Musevi dini kaynağı 2. Bölümde sözü geçen dişinin Âdem'in 2. karısı olduğu, birinci bölümdekinin ise ilk karısı olan Lilith olduğuna Melikesi'nden Kur'an'da Neml Sûresi 22 - 44. ayetlerde bahsedilir. Kuran'daki öyküsüde Eski Ahit'tekine oldukça benzerdir. Hüdhüd kuşu, hayvanlarla konuşabilen Süleyman Peygamber'e Saba adlı bir ülkeye gittiğini ve oradaki halkın güneşe taptıklarını söyler. Süleyman melikeye kendisine itaat etmeye davet eden bir mektup gönderir. Melike adamlarına danışır. Onlar "Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız; buyruk ise senindir, artık ne buyuracağını sen düşün" derler. Melike, elçileriyle Süleyman'a hediyeler gönderir. Süleyman hediyeleri küçümser ve Allah'ın kendisine çok daha iyilerini bahşettiğini kuranda sebe halkı ve hz süleymandan bahseden sebe suresi var Sure adını, 15. ayette geçen “Sebe’ ” kelimesinden almıştır. Sebe’ Seba, Yemen’de bulunan bir bölgenin ya da bir kabilenin adıdır. Bu yöre dönemin en verimli bahçelerine sahiptir. Allah'ın verdiği emirleri dinlemeyen halka Arim seli denen büyük bir afet yollanmıştır. Daha sonra dağılma sürecine giren kabilenin büyük bir bölümü Suriye ya da Mekke'ye göç etmiştir. Surede başlıca müşriklerin ahireti inkar etmeleri, Davud ve Süleyman Peygamberlerin kıssaları ve müşriklerin Muhammed'in peygamberliği hakkındaki bazı şüpheleri konu edilmektedir. Görüldüğü gibi sebelerin izleride İslamiyet üzerinde izler bırakmış. 6- Himyeri devleti 115 - 525 Saba Devleti'nin yıkılışı ile güç kazandılar. Güney Arabistan'da hüküm sürmüş eski bir kavim. Bugünkü Suudi Arabistan toprakları üzerinde yaşamış olan Himyeriler, birinci yüzyıldan itibaren bölgede hakim bir güç durumuna gelmişlerdi. birinci yüzyıldan itibaren ise, Kızıldeniz'den Hint Okyanusu sahillerine kadar olan bölgeyi ele geçirdiler. Doğu Afrika kıyılarının büyük bir bölümü hakimiyetleri altına girdi. Ancak 4. yüzyıla kadar Himyeri kralları hakkında bir malumat yoktur. Himyerilere ait kitabelerdeki yazılarda klasik Arapçanın bütün seslileri görülmektedir. Bu kitabelerde Saba ve Himyeri kralları için melik tabiri kullanılmaktadır. Himyerilerinde islama katkıları olmuş görüldüğü gibi..Üçüncü halife Hz. Osman'ın hanımı Naile ve Yezid'in hanımı ve annesi bu kabiledendi. Arabistan'daki İsmaili kableleri, Maad olarak da adlandırılmaktaydı. Maad, Tufan'dan sonra, ibadet etmek için Kabe'yi yeniden inşa eden, Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail'in soyundan olan Adnan'ın oğlu idi. Hz. İbrahim, Kabe'yi inşa ederken Cebrail O'na Siyah Taşı getirdi. O zamandan sonra Kabe, Kureyş'ten önce sırasıyla Modharitler, Cürhümiler ve Kuzaalıların idaresinde bulundu. Kureyş, Maad'ın soyundan olduğunu iddia ederek, Hz. İsmail ile aralarında bir bağ sonra Muhammed ilk sahabilerini Yemen'e yolladığı zaman, Himyeri melikleri İslamiyeti kabul ettiler. Ayrıca , Muhammedin İsmail peygamber soyundan, Adnaniler kavminden, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları sülalesinden geldiği iddia edilir. Sinekten yağ çıkarmak gibi olacak ama allahın isimlerinden olan melik’te belki buradan esinlenmiştir. El-melik Bütün kainatın sahibi ve mutlak surette hükümdarı..bu tabirin kuranda geçen surelere bakalım…Nas Suresi, 1-3 insanlarTaha Suresi, 114 bir kabilenin Müslümanlığa davet edilişi gibiMüminun Suresi, 116 Nuh tufanından bahsediyor.Haşr Suresi, 23 yine burada fethedilen bir yer ve insanlara verilen öğütlerden bahsediyor. Himyeri’lerin islama katkısıda tufan,hacerül esved denen siyah taş gibi şeyler. Himyeri kralları için kullanılan melik tabiri ve allahın isimlerinden el-melik’in anlamlarını taşıyan surelerde himyerilerle ilişkisi ortada. Bunlar gibi Muhammed öncesinde arabistanda yaşayan devletlerin islamiyete katkısı vardır elbette ama bu kadar yeter. Asıl konu bunları birleştirmek.. Görüldüğü gibi İslamiyet öncesinde Araplar bazı devletler kurmuş, ancak bu devletler kabileler şeklinde yaşıyordu ve her kabilenin başında şeyh, emir benzeri liderler bulunuyordu. Araplar İslamiyet’e kadar tek bayrak altında toplanamadılar. İslamiyetin tarihi stratejik önemi burada ortaya çıkıyor. Daha önce arabistanda yaşayan devletlerin karışımını bir çatı altında toplamayı hedefleyen bir nevi arap milliyetçiliği. Peki bu kabileler şeklinde yaşayan arap devletlerini bir araya toplamak fikri kimden ve nasıl çıkmıştır ? Yöntemleri gayet açık, daha önce yaşayan bütün devletlerden toplanan efsaneler dini inançlar tanrılar efsaneler, savaşlar, fetihleri bir çatı altında toplayıp bunun başına Allah ve Muhammedi yerleştirmek, geçmiş olan tarihi İslamiyete adapte etmek. Bu yöntemi bence hafife almamak gerekir, İslamiyet ve muhammedin yaşadığı iddia edilen döneme kadar olan dini-siyasi-ekonomik-kültürel kazanımları bir sanal peygambere bağlamak.. Ama asıl amaç ne? Üzerinde durulması gereken ve asıl incelenmesi gereken konuda bu. Kendilerinden yüzlerce yıl önce arabistanda yaşamış olan Arapların kültürünü kim veya kimler hangi amaçla bir araya getirip İslam efsanesi altında yaşadığı iddia edilen bir dönem, karanlık bir dönem ortaya çıkıyor. Himyerilerden sonraki 525 Muhammed efsanesinin yaşatıldığı 571-632 ve Muhammedin biyografilerinin yazıldığı 7. ve 8. yy döneminde bölgedeki siyasi duruma bakılarak belki bir sonuca ulaşılabilir. Gelelim bu dönemin incelenmesine.. 530 yılında Dara Savaşı, Doğu Roma İmparatorluğu ile Sasani İmparatorluğu arasında, Dara Kalesi bugünkü Nusaybin yakınları gerçekleşen savaştır. Bildiğiniz gibi kuranda da Rumlarla yapılan savaşlardan bahsediliyor. Bu şekilde güçlü ve toprak genişliğine sahip olan imparatorluklar arasında bir çöl cengaveri ortaya bu cengaver küçük bir tarih aralığında bir çok iş başararak aniden ortadan karanlık perdeli dönem ve muhammedin yaptığı şeylere yüzeysel olarak bir göz atarsak 571- Muhammed doğuyor574- Osman bin Affan doğuyor ,3. halife599- Ali doğuyor, 4. halife610- Muhammede ilk vahiy geliyor…615- Müslümanlar habeşistana gidiyor621- Miraç olayı yaşanıyor622- Mekkeden medineye hicret 623- 9 mart ramazan ayı başlangıcı - 4 nisan ramazanın 27. günü kadir gecesi 624- Bedir savaşı Müslümanların ilk savaşı olarak kabul Müslümanlar ile Mekke'liler arasında Uhud Savaşı yapıldı627- Müslümanlar ile Mekkeliler arasında Hendek Savaşı Müslümanlar ile Mekkeliler arasında Hudeybiye Antlaşması Müslümanlar Yahudi'lerin oturduğu Hayber Kalesini Mekkenin fethi - Müslümanlar, Mekke'den kaçan putperestler ve Taif Yahudi'leri ile Huneyn Savaşını yaptılar ve Müslümanlar Taif'i kuşattılar ama alamadılar,fakat kuşatmadan sonra Taif halkı müslüman veda hutbesini yazdı- 8 haziranda öldü .. Gibi katkılarla aramızdan kayboluyor bu cengaver. Bu cengaverin yaptığı savaşların anlaşmaların küçücük bir kısmı kuranda geçiyor. kuranda anlatılan bazı ifadelere parantez içinde hendek uhud gibi eklemeler yapılarak Muhammed figürü yerleştiriliyor. Ama dikkatimi çeken bir nokta var ki, kurana içerik olarak baktığımızda Muhammed figüründen yüzlerce yıl önce yaşanan olaylar, dinler, tanrılar, savaşlar, peygamberimsiler, firavunlar, Romalılar ve Allah ne verdiyse hepsinden bir harmanlama yapılarak, arayada 1-2 yerde Muhammed eklenerek ortaya çıkarılmış bir kitap duruyor gözümüzün önüne. Bence kuran; kuran olarak adı konmasa bile Muhammed den önce çoktan yazılmıştı1 ve bir arada bulunuyordu2, çünkü Arabistan da İslam’ın çok öncesine ait yaşayan Arapların tabletlerden söz ediliyor. Ama bu kuran Allahın Muhammede vahyettiği kuran değil, daha önceki Arapların kültürlerinin bir birikimi olan kuran’dır. Daha sonraları islamiyet’i ortaya çıkarmaya yaymaya ve olaya kutsallık kazandırmaya çalışan kişi veya toplumların, bu zengin kaynağa bir yaratıcı peygamber katılmasıyla birlikte ortaya çıkarılan kuran... Muhammedin ölümünden sonra sözde İslam devletini yönetmek için 4 figür daha ortaya çıkıyor.. Ebu Bekir, Ömer bin Hattab, Ömer bin Hattab, Ali bin Ebu bunlardan son halife Alinin ölümüyle bu karanlık tarih son buluyor ve gerçek dünyaya dönüş yapıyoruz 661 Muhammed kahramanının öldükten sonra Ebu Bekirin kuranı toplattığı öne sürülüyor, bence yapılan şey mevcut elde olan efsaneler bütününe Muhammed-kuran ve Allah’ın yerleştirilmesi, Muhammedi yaşamış gibi gösteren savaşlar, anlaşmalar, fetihler gibi olaylar eklenerek ortaya ilahi bir Muhammed, Arabistanda gelmiş geçmiş bütün peygamberleri ve dinleri sahiplenme, hepsini bir soya bağlama aynı yaratıcıya bağlama ve muhteşem bir arap soyu ortaya çıkarma çabası bulunuyor. Ve bunu basit olarak ağaç, taş, hurma yaprağı bilmem ne derisi gibi nesnelerde yazıldığı öne sürülen kuranın kitap haline getirilmesi kadar basit olarak görmüyorum çünkü yapılan iş çok büyük bir arap milliyetçiliğinin eseri, arabistanda yaşamış bütün toplumlardan etkilenme var çünkü. Ebu Bekirin yaptığınıda hiç sanmıyorum çünkü oldukça kompleks bir konu konu var ortada geniş bir efsaneler, peygamberler, inançlar bütününü toplayıp bir arada sunmak..peki bunu kim yaptı ? İşte Muhammed efsanesinin yaşadığı mışlı misli zamanlardaki olaylar bundan ibaret, islamı daha fazla konuya katarak kafaları bulandırmaya gerek yok, çünkü kurandaki çelişkiler, birbirini tutmayan ifadelerden hemen hemen herkesin bilgisi vardır. buna gerek yok, islamiyeti ilahileştirmeden incelemek lazım bence. Arap milliyetçiliğinin ortaya çıkışı ve muhammedin izleri.. 1- Emeviler Araplar emeviler adı altında bir devlet kuruyorlar ve şu şekilde bir coğrafyada hüküm sürüyorlar . Yaşadığı öne sürülen 4 halifeden 632-661 sonra halifelik emevilere geçiyor. Ali’nin 661’de öldürülmesinden sonra başa geçen Emeviler 750’de Abbasiler tarafından yıkılıncaya değin hüküm sürerler. Emevi hanedanın kurucusu muaviye ise Uhud Savaşında ve Hendek Savaşında Mekke'li kafirlerin komutanı olarak Muhammed'in komutasındaki müslümanlara karşı savaşan Ebu Sufyan bin Harb'in oğludur ve alinin halifeliğini reddeder. Araplar arasında bir iç çatışma ve görüş ayrılıkları ortaya çıkıyor. Ali ile çatışıyor, Ali Nehrevan Savaşı'nda rakiplerini ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu savaştan sonra, Hariciler'den üç kişi Mekke’de Müslümanların siyasi durumları hakkında bazı müzakereler yaptıktan sonra Ali, Muaviye ve Amr bin As'ı öldürmeyi kararlaştırdılar. Bu üç kişiden Abdurrahman bin Mulcem, Ali'yi öldürmeyi üstlendi ve Kufe’ye hareket etti. Kufe'de bir camiide ibadet ederken Haricilerden Abdurrahman bin Mulcem'in zehirli bir kılıç darbesi ile yaralandı ve bu süreçte öldü. Son iki paragraf yine bir İslam efsanesi ama büyük ihtimal arap devletinin başına geçmek isteyen iki farklı grubun ’Emeviler olarak anılan arap devletinin başındaki isim müslümanlara karşı savaşan Ebu Sufyan bin Harb'in oğlu, daha sonra Abbasiler olarak anılan ve arap devletinin başına geçen isim ise Muhammed'in amcası Abbas Bin Abdülmuttalip'ın soyundan gelenler olduğu öne sürülüyor’’Çatışmasının süslenerek islama adapte edilmesi veya efsanelerin sahiplenmesi gibi bir olay. Emevilerin Abbasiler tarafından yıkılmasıyla bölgede bu sefer Abbasiler Arapların başına geçiyorlar. 2- Abbasiler 750Bu kez yönetimde muhammedin amcasının soyundan olduğunu iddia eden insanlar var ve egemen oldukları coğrafyada şu şekilde.. Hemen hemen aynı olan bu coğrafyada Arapların başına geçen insanların değişmesi Arapların arasında bir fikir ayrılıkları bir iç çatışma ve bir efsaneyi sahiplenerek soylarını öne sürerek hükümdarlık yapmak isteme çabaları fikri geliyor. Abbasilerin ilerleyen yıllarında Abbasiler de sahneye Türkler de çıkıyor, Harun Reşid’in oğulları Emin 809-813, Memun 813-833 ve Mutasım 833-842 babalarının politikalarını sürdürdüler. Annesi Türkolan Mutasım ,Türklerden özel bir askeri güç kurmuştur, Türk unsurları yönetimde önemli görevlere getirmiştir. Daha sonra bu askeri gücün Bağdat’taki varlığı bazı huzursuzluklara neden olduğundan Samarra adıyla yeni bir kent kurdurarak devlet merkezini oraya sonra abbasilerin başına geçen Vasık 842-847 döneminde Türk emirleri askeri işlerin yanı sıra yönetsel konularda daha etkili oluyorlar. En önemli olay ise bana göre Vâsık'ın ölümünden sonra Abbasi Devleti parçalanma sürecine girmesidir. Abbasilerin parçalanma sürecine girmeleriyle birlikte ortaya Abbasi topraklarında Samaniler, Karahanlılar, Fatımiler,Tolunoğulları ve Hamdaniler gibi bağımsız devletler kuruluyor. Abbasi toprakları, Araplar artık bir bütün halinde değil parçalanmış bir şekle ne hikmetse İslam üzerine yapılan araştırmalar ve ortaya çıkan bilgilerin çoğunluğu, hadisler, kuranın popülerliğinin artması, abbasilerin parçalanması dönemine denk geliyor. Hadisçilerin 20 li yaşlarına, kiminin ilim öğrenmek için çıktığı dönemlere. Bir İslam efsanesi yaratma sanatı .. hadis Hadisçilerin islama katkılarına şöyle bi göz atalım ..Hadislerin İslamiyet açısından çok önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz, Muhammed hakkındaki birçok şey, kuranda yer almayan ibadetlerin yapılış şekli vs vs.. Hadis nedir peki Hadis, dinî bilim olarak, bu çerçeve içinde, Muhammed'in sözleri ile davranışlarını, eylemlerini aktaran bilgileri derleyen, bu bilgileri yazılı bir biçimde düzenleyip sınıflandırarak inceleme çabasına karşılık gelir. 1. Hadislerin kapsamı nedir Muhammed'in Kur'ân'da tesbit edilmiş olan vahyin dışında söylemiş olduğu rivâyet edilen sözleri,2. Onun yazdırmış olduğu mektuplar ve evrâk,3. Muhammed'in vasıflarını haber veren rivâyetler,4. Muhammed'in bir olay karşısında izhâr ettiği tutumunu ve tavrını anlatan rivâyetler,5. Muhammed'in hâl-i hayâtında vuku bulmuş bir olaya şâhid olanların rivâyetleri,İslam'da Kütüb-i sitte Altı kitap anlamına gelmektedir. Ehl-i Sünnet tarafından en sağlam hadis kaynakları olarak kabul edilmektedir denilen temel hadis kitapları1. İmam Buhari2. Müslim3. Ebu Davud4. Tirmizi5. İmam Nesâi6. İbn Mace'nin yazdığı kitaplardır. Bu hadis kitaplarını yazan kişilerin doğum tarihleri ve o döneme bakarsak eğer;-İmam Buhari 21 Temmuz 810 yılında Özbekistan'da bulunan Buhara şehrinde doğmuştur. Mekke'ye ilk gidişi hac amacıyla, onalti yasinda annesi ve kardesi Ahmed'le birlikte olmuş, annesi ve kardesi Buhârâ'ya dönerken, kendisi ilim mekkede ne ilimi öğrenecek orası tartışılır ögrenmek isteğiyle Mekke'de kalmıştır. Muhammedin ölümünden 178 yıl sonra dünyaya gelen Buhari, hadisleri halk içinden duyduğu ve kendi araştırmaları ile oluşturmuştur. Oluşturduğu hadis eserleri sayesinde İslam içerisinde Kuran'ın yanında Hadis düsturunu oluşturan kişi olarak bin haccac 821/822 yıllarında doğmuştur. İslam tarihinin en büyük muhaddislerinden biridir. En önemli eseri Sahih-i Müslim bu esere bizzat işittiği 300 bin hadisten, şeyhlerinin sıhhati konusunda icma ettiği hadisleri aldığını ifade davud 817/818 yılları arasında İran ile Afganistan arasında kalan bir şehir olan Sicistan'da doğdu. Tahsiline burada başladı. On sekiz yaşından itibaren ilim öğrenmek maksadıyla Bağdat, Basra, Mekke, Kûfe, Humus, Belh, Şam ve diğer birçok şehirde bulundu. Ebû Dâvûd bir çok eser vermiştir. Bunların en meşhuru fıkıh konularına ait hadislerden oluşan Sünen’idir. Onun eseri hadis edebiyâtı içinde oldukça önemli bir yere sâhip olan Sünen türünün ilki kabul edilmektedir. hadis içinden yirmi yılda seçilmiş 4800 hadisten meydana kesin olmamakla birlikte 824 yılında, Özbekistan'ın güneyinde Afganistan sınırı yakınlarında yer alan Tirmiz şehrinde yılında Horasan’da, çok değerli âlimlerin yetiştiği Nesa kasabasında doğdu. Küçük yaşta başladığı eğitimini 15 yaşında iken hadis üzerine yoğunlaştırdı. İlk derslerini çevresinden aldıktan sonra rıhledenilen hadis derleme seyahatlerine katılarak Horasan, Irak, Hicaz, Mısır, Şam, Cezire gibi yerleri dolaştı. Ömrünün son zamanlarını Mısır'da, hadis ve ilim öğreterek geçirdi. Hacc görevi için oradan çıktığında Şam'a uğradı. Emevi Camii’nde Ali hakkında 'Fî Fadli Ali' adıyla te'lîf etmiş olduğu eserini okutmaya başladı. Orada kendisine Muaviye ile ilgili sorular soruldu. İstenildiği gibi cevaplar vermeyince Emevi taraftarlarınca fena halde Mace 824 yılında iranın kuzey batısında bulunan kazvinde doğmuştur. 22 yaşında iken, İslam dünyasını gezmek için kendi memleketinden ayrılır; o Mısır ve Horasanı, Basra, Kufa, Şam, Bağdat, Mekke, Rey ve Medine gibi şehirleri gezer. İbn Mace gezisinin sonunda, o Sunan Ibn Majah isimindeki kitabını yazar, ASIL ÖNEMLİ OLAN İSE HADİS YAZARLARININ ABBASİ DEVLETİNİN DAHA DOĞRUSU ARAP DEVLETİNİN PARÇALANMA DÖNEMLERİNDE ORTAYA ÇIKMASIDIR. Temel hadis yazarlarının hayatlarına bakınca en yaşlısı bile Muhammedin ölüm tarihinden 178 yıl sonra arabistan a uzak bölgelerde İran- Özbekistan doğan, her ne hikmetse aynı dönemlere denk gelen ve Arabistan a ilim öğrenmeye nerede nasıl bir ilim öğretiliyorsa tartışılır giden insanlar olduğunu görüyoruz. Ortalama 20 yaşlarında hadis yazmaya başladıklarını varsayarsak bu ünlü hadisçiler muhammed en 200 yıl sonrasına denk geliyor, Muhammedin biyografilerin yazılışı da yaklaşık ölümünden 200 yıl sonrasına geliyor Bence burada yapılmak istenen Arapları tekrar bir çatı altında toplayacak şekilde bir arap tarihi bir arap efsanesi yaratılmak istenmesi, bütün dinlere üstün olan, bütün alemlerin rabbi olan, görünmeyen, ulaşılamayan bir Allahın yaratılması, ve bu Allahın Araplara bir peygamber gönderilmesi, fetihler, savaşlar yapan, kendine büyük bir taraftar toplayan, kanatlı atla Allahın yanına çıkabilen, ayı ikiye bölebilen, tükürdüğü yarayı iyileştiren peygamber, diğer dinleri benimseyen hepsini Allah a bağlayan, bir çok kadına sahip olan, diğer peygamberlerle aynı soydan geldiği iddia edilen vs vs .. Peki bu etkili olmuş mudur ? elbette olmuştur islamiyet in bugün ki durumu ortada ve kendilerine birçok taraftar toplamışlardır, yarattıkları efsaneye birçok inanan olmuştur. Ayrıca Türklerinde Abbasilere yardım etmeleriyle bölgede Abbasiler tekrar saygınlık kazanmaya askeri gücü ve askeri güçleriyle Müslüman devletlere yardım etmesi, bu yardımlar sonucu geniş otlaklar elde etmesi gibi süreçler ve Türklerde Müslümanlığı kabul ederler! veya zorla Müslüman yapılırlar.. Artık arap milliyetçiliği emellerine ulaşmıştır, bu sözde tarih Allah-kuran-muhammed efsanesi Arapların yanı sıra Türkler de bu dini benimsemiştir ve büyük bir coğrafyada bilinir hale gelmiştir. Daha sonraları ise elbette yine siyasi-ekonomik-ticari-sosyolojik bir çok etkenle birlikte bu efsaneye inananlarla birlikte insanları kah bir arada tutan kah ayıran-savaşa sürükleyen,katliamlara neden olacak şekilde efsaneye yeni yeni fetihler, eserlerle katkılarda bulunularak günümüze dek ulaşmıştır. Ve bu efsane sürekli uyanık ve bir ucu açık bırakılmaktadırki her şey bu dine sonradan eklenebilsin, ki zamanla gelişen olaylar Çanakkale savaşında, istanbul'un fethini bile islamiyete bağdaştırmışlardır. Bunun gibi bir çok örnek vardır ve hadislerin ortaya çıkması,kurana entegre edilen arap efsaneleri sürecinde yaratılan zekice arap milliyetçiliğinin sonucunda artık İslam karanlığı kendi kendini yayacak güce ulaşmıştır. Aynı coğrafyada hüküm süren,farklı devlet başkanlarına sahip araplar ve bu birlikteliğin yavaş yavaş çözülmesi parçalanması ile ortaya çıkan allah-kuran-muhammed. Dediğim gibi islamiyeti ilahi olarak incelemek bence büyük gaflettir. Yok muhammed şunu dedi, yok muhammed bunu yaptı gibi efsaneler şunlar bunlar. Bundan önceki çalışmalara bakarsak ilk başlarda kuran üzerinden, hadis üzerinden yapılan eleştiriler şeklindeydi. Bunlar gereksizmidir, gereklidir elbette bir evrim gibi düşünüyorum ben bu olayı, önce kurandaki tutarsızlıklar vs sonra hadisler gibi bir inceleme. Sonradan bilimle ilişkisi, diğer dinlerle ilişkisi tutarsızlıklar. Bu süreçte benim düşüncem ise; İSLAMİYETİN ORTAYA ÇIKARILMASI TAMAMEN ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ VE ARAPLARI BİR ARADA TUTMAKTIR. /AlıntıDerleme Yağmur Yasemin
Hz. Peygamber aleyhisselam’ın İslam dinini tebliğe başladığı yer olması nedeniyle İslamiyet Öncesi Arap Yarımadası, ve Allah-u Teala’nın evi olan Kâbe’nin burada bulunmasından dolayı İslam tarihi açısından çok önemlidir 2 sene önce 034918 Emre GürEditör İçindekiler1 İslamiyet Öncesi2 Mekke’nin Konumu3 Mekke’ye İlk Yerleşen Kabileler4 Kâbe’nin İnşası5 Mekke’deki İlk Kabileler ve Put Perestlik Hz. Peygamber aleyhisselam’ın İslam dinini tebliğe başladığı yer olması nedeniyle İslamiyet Öncesi Arap Yarımadası, ve Allah-u Teala’nın evi olan Kâbe’nin burada bulunmasından dolayı İslam tarihi açısından çok önemlidir. Arap Yarımadası, Asya, Afrika ve Avrupa’nın kesiştiği önemli bir konumda bulunuyor. Doğuda Basra ve Umman körfezleri, güneyde Hint Okyanusu, batıda Kızıl Deniz ile çevrilidir. İslamiyet Öncesi İslam’ın doğuşuna yakın tarihlerde Arabistandaki meşhur şehirler şunlardır Mekke, Taif, Yesrib, Yenbu, Cüreş, San’a, Hicr, Hayber, Suhar, Deba, Dumetül Cendel, Fedek, Teyma, Vadil kura ve Makna’dır. İslam tarihi açısından Arap Yarımadası’ nın en önemli bölgesi hiç şüphesiz Hicaz’dır. Çünkü İslam dini bu bölgenin önemli şehirlerinden olan Mekke’de doğmuş, Medine’de gelişip devlet olmuş ve tüm dünyaya yayılmıştır. Bu bölgenin bir diğer önemli şehri de Taif’tir. Bütün bu şehirler İslam’dan önce merkezi konumdaydı ve büyük putların bulunduğu şehirlerdi. Mekke’nin Konumu Mekke din ve ticaret dünyasında İslamdan önce Arap Yarımadası için merkezi bir noktaydı. Burada bulunan Kâbe dini bir merkezdi. Ayrıca Yemenden başlayıp Akabe Körfezine ulaşan ticaret yolu, Mekke ve Medineden geçerek Akdeniz limanlarına ulaşmaktaydı. Mekke, Medine, Taif ve çevresini kapsayan Hicaz bölgesi Arap Yarımadasının diğer bölgelerine nazaran zamanın iki büyük devleti olan Bizans ve Sasani gibi güçlü devletlerin işgallerine maruz kalmamıştır. Yarımadanın büyük kum çölleri ile kaplı olması, bölgeye yapılacak askeri sevkiyatta güçlüklerin yaşanmasına sebep olmuştur. Ayrıca Hicaz’ın işgali için harcanacak masrafın bu bölgeden elde edilecek gelirlerle karşılanması mümkün değildi. Bu durum zamanın büyük devletlerinin Hicaz’ı işgal etmesine engel olmuştu. Bundan dolayı Hicaz halkı büyük devletlerin tahakkümü altına girmemiş, dilleri yabancılaşmamış adetlerini korumuşlardı. Peygamberimiz Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in doğup büyüdüğü Mekke, İslamdan önce Arap Yarımadası için dini bir merkezdi. Bu nedenle İslam tarihi açısından çok önemli bir şehirdir. Kâbe, Mescid-i Haram, Safa ve Merve gibi kutsal mekanlar buradadır. Bir kısım Hac menasiklerinin ifa edildiği Arafat, Müzdelife ve Mina da Mekke çevresindedir. Mekke’ye İlk Yerleşen Kabileler Mekke’ye ilk olarak yerleşenler Amalikalılardır. Daha sonra buraya Güney Arabistan, kökenli Cürhüm kabilesi yerleşti. Cürhümlülerden hemen önce Hz. İbrahim aleyhisselam, hanımı Hz. Hacer ve oğlu İsmail ile birlikte Mekke vadisine gelerek Kâbe’yi inşa ettiler. Hz. İsmail burada büyüdü ve Cürhümlülerden bir kızla evlendi. Hz. İbrahim aleyhisselam zamanında hac ibadeti farz kılındı ve Mekke güvenli belde oldu. Kâbe’nin İnşası Kâbe’nin inşası İslamdan önce Arap Yarımadası içerisinde Mekke’nin merkezi olmasını sağladı. Allahın emri ile Kâbe’yi inşa etti. Kâbe’nin yapılışı, İbrahim ve İsmail aleyhisselam’ın yüce Allah-u tealanın dilekleri ve Haccın insanlara ilanı Kuran’da şöyle açıklanır ”Muhakkak insan için imar/inşa edilmiş olan ilk ev/beyt Mekke’deki o mübarek/kutsal ve alemler için hidayet olan evdir yani Beytullah’tır” “Onda net, açık ve kusursuz alametler vardır, Makam-ı İbrahim de vardır. Her kim, oraya girerse emin olur.” Ona bir yol yordam bulabilenler, Beyt’i Kâbe’yi, Hac etmesi ve ziyaret etmesi Allah’ın kulları üzerindeki haklardandır.” Ali İmran 96-97 Hz. İsmail as 130 sene yaşadıktan sonra vefat etti ve annesi Hz. Hacer’in yanında Kâbe’de Hicr’e defnedildi. İslamdan önce Arap Yarımadası farklı kabilelerden oluşmaktaydı. Hz. İbrahim’den sonra oğlu Nabit liderlik görevini üstlendi. Mekke’deki İlk Kabileler ve Put Perestlik Nabit’ten sonra Kâbe’nin idaresini ele geçiren Cürhümlüler aynı zamanda Mekke’ye de hakim oldular. Hz. İsmail’in torunları herhangi bir çekişme içine girmeksizin Cürhümlülerle birlikte yaşamaya devam etti. Mekke, İsmailoğullarına dar gelmeye başlayınca bir kısmı Arap Yarımadası’nın çeşitli bölgelerine dağıldı. Sonra Cürhümlüler Mekke’de zulüm yapmaya başladılar ve haram şeyleri helal saydılar. Oraya giren yabancılara zulmettiler, Kâbe’ye hediye edilen mallara el koydular. Bu tavırları Kâbe’yi korumadaki yetkinliklerini zayıflattı. Bekr bin Abdulmenat bin Kinane ile Huzaa’dan Gubşap isimli şahıslar bu durum karşısında onlarla savaşmaya ve onları Mekke’den çıkarmaya karar verdiler. Bu olaydan sonra Mekke’nin idaresi Huzalıların eline geçti. İslamiyet Öncesi Arap Yarımadası içerisinde Huzalıların hakimiyeti 200 yıldan fazla devam etti. Daha sonra Huza kabilesinin başkanı Amr b. Luhay, Hz. İbrahim aleyhiselam’ın tevhid inancını temelinden değiştiren puta tapıcılığı ve birçok putun Kâbe’ye yerleştirilmesinin öncülüğünü yaptı. Suriye’de Beka bölgesinde Meab denilen yerden Mekke’ye Hübel adındaki putu getirerek Kabe’ye dikti. Ondan sonra çevrede putperestlik yayıldı. Hz. İbrahim aleyhiselam’dan kalma bazı inanç ve ibadet şekilleri de putperestlikle birlikte mevcudiyetini devam ettirdi. “İslamiyet Öncesi Arap Yarımadası” içeriğimizin sonuna geldik. Bu içeriği arkadaşlarınla paylaşabilirsin.
Tarih 1 dersi 4. ünitesi olan İSLAM TARİHİ VE UYGARLIĞI 13. YÜZYILA KADAR ünitesi 1. konusu olan İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE İLK İSLAM DEVLETLERİ konusu dahilinde ki İslamiyet Öncesi Dünyanın Genel Durumu konusu alt başlığı olan Arap Yarımadası konu anlatımını aşağıdan okuyabilirsiniz. İslamiyet Öncesi Arap Yarımadası Arabistan’ın Coğrafi Konumu Arabistan Asya’nın güneybatısında bulunan bir yarımadadır. Kuzeyinde Suriye, doğusunda Basra Körfezi, batısında Kızıldeniz, güneyinde Umman Denizi ile çevrilidir. Arabistan’ın üç mühim bölgesi vardır HİCAZ, YEMEN, NECİD HİCAZ Dini açıdan kutsaldı. YEMEN Arabistan’ın en zengin yöresidir. Tarım ve deniz ticareti tarafından bir merkezdi. NECİD Kurak ve çöllerle kaplıydı. İSLAMİYET ÖNCESİ ARABİSTAN’DA KURULMUŞ DEVLETLER 1. Güney Arabistan’da Kurulan Devletler a. MAİN DEVLETİ 1200-650 Yemen’de kurulan üç devletten Main kentidir. b. SABA DEVLETİ 950 – 115 Main Devleti’nin yıkılışından ardından Yemen’e, Sabalılar egemen olmuşlardır. Başkentleri Ma’rib kentidir. c. HİMYERÎ DEVLETİ 115 – 525 Saba Devleti’nin yıkılışıyla güç kazandılar. 2. Kuzey Arabistan’da Kurulan Devletler NEBATLILAR, TEDMÜRLÜLER, GASSANİLER, HÎRE ARAP KRALLIĞI, KİNDELİLER a. Nebatlılar Arabistan’ın kuzeybatısında kurulmuştur. Başkenti Petra kentidir b. Gassaniler Yemen orijinli olup, Suriye’ye yerleşmişler ve Hıristiyanlaşmışlardır. Başkentleri Şam’dır. c. Hire Arap Krallığı Yemen orijinli olup, Irak’taki Hire şehiri etrafına yerleşmişlerdir. HİCAZ BÖLGESİ İklim, toprak yapısı ve madenler açısından Arabistan’ın en fukara bölgesidir. Fakat 2 mukaddes il Mekke ve Medine, Hicaz ötürü yarımadanın en mühim bölgesidir. MEKKE Kabe’yi inşası, erkek çocuğu ile kurban hadisesi, zemzem kuyusu, Hacer’ül-esved taşı Mekke’nin kutsallarıdır. soyundan iştirak eden Adnaniler, Mekke’de uzunca zaman idareye hakim olmuşlardır. Kureyş kabilesi, Adnanilerin bir koludur. Mekke’yi yönetim eden Kureyş kabilesi 10 aileden müteşekkildi. Bunlardan Haşimoğulları dini ve toplumsal sorunlarla, Ümeyyeoğulları askeri ve ticari konularda hak sahibiydiler. Araplarda kabilelerin en başında şeyh ya da buyruk olarak bilinen başkanlar bulunurdu. Arap toplumu göçebe bedevi ve oturmuş medeni – hadari olmak üzere ikiye ayrılırdı. MEDİNE Medine’nin asıl adı Yesrib’dir. Vaha üzerinde kurulduğundan insanlar tarımla uğraşır. Medine’de hatırı sayılır sayıda Yahudiler vardı. Benzer sürede mühim ticaret yöntemleri üstünde bulunmaktaydı. İSLAMİYET ÖNCESİ ARABİSTAN’DA DİN 1-Putperestlik Arapların en mühim putları Hubel, Lat, Menat ve Uzza’dır. 2-Sabilik Yıldız ve gök cisimlerine tapma 3-Hıristiyanlık 4-Yahudilik 5-Hanif tek tanrı inancı. İslamiyet öncesinde, Arap yarımadasında siyasi birliğin olmamasının sebebi Devletler genellikle , kabilelerin meydana getirdiği küçük krallıklar halinde politik varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bunun sebebi Araplar arasındaki kabile hayatı, kan davaları ve politik birliğin olmaması kuvvetli bir hükümet kurulmasına mani olmuştur. İslamiyet Öncesi Arap Yarımadası Konu Anlatım Videosu
islamiyetten önce arap yarımadasının özellikleri nelerdir