Hz. Muhammed’in (s.a.v.) çocukluğu ve gençliğiyle ilgili neler biliyorsunuz? Hz. Muhammed, 20 Nisan hicri takvime göre 12 Rebiyülevvel 571 tarihinde bir pazartesi gecesi dünyaya gelmiştir. Babası daha dünyaya gelmeden evvel vefat etmiştir. Doğduktan sonra Hz. Muhammed (sav), Medineli sütannesi Hz. Halime’ye verilmiştir. Hicret 'ten sonra Medine İslamiyet'in merkezi durumuna geldi. Hz.Muhammed'in Ahsa Valisi El-Münzire gönderdiği mektup. BEDİR SAVAŞI (624) Nedeni: Mekkelilere ait bir ticaret kervanı Müslümanlarca ele geçirilmek istenmişti. Bu şekilde Müslümanların Hicret esnasında Mekke'de bıraktıkları malların karşılığı alınacaktı. Muhammedile İlgili Düşünceleri ve Sözleri: Atatürk’ün İslamiyet – İslam Peygamberi (Hz. Muhammed SAV) – ile İlgili Sözleri ve Düşünceleri: Atatürk'ün Kuran-ı Kerim'e duyduğu derin sevgi ve saygısı, İslam dininin en saf şekliyle yaşanmasına olan inancı onun dindar yönünü her dönemde ortaya çıkarmıştır. Peygamberimiz Hz Muhammed ile ile ilgili kısa ve uzun kompozisyon çalışmalarını derledik. Bu yazılarsa peygamberimizin hayatı, peygamberimiz ve ailesi ile ilgili yaşantıları ve peygamberimizin ahlakını anlatmaya çalıştık. Peygamberimize sevgimiz anlatan kompozisyon örnekleri giriş gelişme sonuç bölümlerine uygun olarak 1 Hz. Peygamber (asm) de bir hadisinde kendi görevinin mahiyetini şöyle açıklamıştır: "Allah beni bir muallim olarak göndermiş bulunuyor." 2. Dolayısıyla gönderildiği toplumu eğitim ve öğretime tâbi tutmak onun peygamberlik görevleri arasında bulunmaktadır. Kur'an'ın ve Hz. cash. Peygamberimiz ne zaman doğdu? Peygamberimizin doğumundan önce gerçekleşen mucize ve hadiseler neler? Peygamberimizin doğumu sırasında gerçekleşen hadiseler neler? Hz. Muhammed’in doğum yeri ve yılı...Peygamber Efendimiz, 20 Nisan 571 12 Rebiülevvel Pazartesi günü Mekke’de doğdu. Peygamber Efendimiz doğmadan önce birçok ilâhî tecellî zuhûr etmişti. Bütün kâinât âdeta O’na hasret çekmekteydi. Çünkü O, yaratılışın sebebi idi. PEYGAMBERİMİZİN ZUHURUNU MÜJDELEYEN HABER VE HADİSELER Evvelâ Allâh Teâlâ, daha önceki peygamberlerden, Resûlullâh’a îmân edip yardımcı olmaları husûsunda ahd ve mîsâk almıştır. Bu O’nun zuhûrunun en büyük müjdelerinden biridir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur “Hani bir vakit Allâh Teâlâ peygamberlerden ahit almıştı –And olsun ki size kitap ve hikmet verdim; sizde olanı tasdîk eden bir peygamber gelecek, O’na mutlakâ inanacaksınız ve O’na mutlakâ yardım edeceksiniz, ikrâr edip bu ahdi kabûl ettiniz mi?» demişti. –İkrâr ettik» demişlerdi de –Şâhit olun, Ben de sizinle berâber şahitlerdenim.» demişti.” Âl-i İmrân, 81 Hz. İbrâhîm ile oğlu İsmâîl Kâbe’nin inşâsını tamamladıktan sonra ellerini kaldırıp Peygamber için şöyle duâ etmişlerdi “Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden Sen’in âyetlerini kendilerine okuyacak, kitap ve hikmeti öğretecek ve onların nefislerini tezkiye edecek kötülükten arındırıp kemâle erdirecek bir peygamber gönder! Çünkü azîz olan ve her şeyi yerli yerince yapan yalnız Sen’sin!” el-Bakara, 129 Hz. Îsâ da peygamberliğini İsrâîloğulları’na bildirirken Resûlullâh’ı müjdeliyordu “Meryem oğlu Îsâ Ey İsrâîloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrât’ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allâh’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim!» demişti…” es-Saff, 6 Annesi Hz. Âmine, Varlık Nûru’na hâmile olduğunun ilk günlerinde bir rüyâ gördü. Rüyâda kendisine “Ey Âmine! Sen bu ümmetin efendisine hâmilesin! Dünyâyı şereflendirdiği zaman Her hasetçinin şerrinden O’nu tek olan Allâh’a havâle ederim!» diye duâ et ve O’na Muhammed» ismini ver!” diye seslenildiğini işitti.[1] Bunun içindir ki, Allâh Resûlü şöyle buyurmuşlardır “Ben, ceddim İbrâhîm’in duâsı, kardeşim Îsâ’nın müjdesi ve annemin rüyâsıyım.” Hâkim, II, 453; Ahmed, IV, 127-128 Bununla birlikte Allâh Resûlü’nün isim ve sıfatları, Tevrât ve İncîl’de yazılı olup yahûdî ve hristiyan âlimleri bu hususta tam bir bilgiye sâhiptiler. Nitekim bunların insaf ehli olanları hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur “Onlar ki, yanlarındaki Tevrât ve İncîl’de isim ve sıfatlarını yazılı buldukları O Rasûl’e, O ümmî peygambere tâbî olurlar…” el-A’râf, 157 Hattâ ehl-i kitâb âlimleri, Peygamber Efendimiz’i, öz evlâtlarını tanıdıkları gibi tanırlardı “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, O’nu kendi evlâtlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen şüphesiz onlardan bir fırka, bile bile gerçeği gizlerler.” el-Bakara, 146 Nitekim yahûdîlerin en büyük âlimlerinden iken müslüman olan Abdullâh bin Selâm “−Ben, Resûlullâh’ı, kendi oğlumdan daha iyi tanırım!” dediği zaman Hz. Ömer “−Ey İbn-i Selâm! Bu nasıl olur?” diye sordu. O ise “−Ben Muhammed’in gerçekten Allâh’ın Resûlü olduğuna yakînen şehâdet ederim. Kendisinin peygamber olduğunda hiç şüphe etmem! Çünkü, O’nun Allâh tarafından gönderilen Peygamber olduğu, na’t ve vasıfları, kitabımızda bulunmaktadır…” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer “−Ey İbn-i Selâm! Allâh seni hakîkate muvâfık kılmıştır!” dedi ve onu alnından öptü. Vâhidî, s. 47; Râzî, Tefsîr, IV, 116 Âyet-i kerîmede, Tevrât ve İncîl’de Peygamber Efendimiz ve ashâbının vasıf, hâl ve şanlarının şöyle beyân edildiği bildirilmektedir “Muhammed, Allâh’ın Rasûlü’dür. Onun berâberinde bulunanlar, inkârcılara karşı sert, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onları rükûa varırken, secde ederken görürsün. Allâh’tan lutuf ve rızâ isterler. Onların alâmeti, yüzlerindeki secde izi, secde aydınlığıdır. İşte bu, onların Tevrât’ta anlatılan vasıflarıdır. İncîl’de ise şöyle vasıflandırılmışlardı Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allâh böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkârcıları öfkelendirir. Allâh, îmân edip sâlih amel işleyenlere, mağfiret ve büyük bir ecir va’detmiştir.” el-Feth, 29 Abdullâh bin Abbâs bir gün Kâ’b el-Ahbâr’a[3] “−Tevrât’ta Resûlullâh’ın vasıfları nasıl anlatılır?” diye sorduğu zaman, Hz. Kâ’b, bu suâle şöyle karşılık vermiştir “−O’nun vasıfları hakkında Tevrât’ta şunlar yazılıdır Muhammed bin Abdullâh, Mekke’de doğacak, Tâbe’ye Medîne’ye hicret edecek, Şam’a hâkim olacaktır. Kendisi ne kötü söz söyler ne de çarşılarda yüksek sesle konuşur. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, bilâkis affeder ve bağışlar. Ümmeti de bollukta, darlıkta ve her yerde Allâh’a hamd eder, O’nu yüceltirler. Bellerine izâr bağlarlar. Kollarını yıkarlar abdest alırlar. Savaşta saf oldukları gibi namazlarında da saf tutarlar. Mescidlerinden arı uğultusu gibi Kur’ân ve zikir sesleri gelir. Ezan sesleri âfâkı doldurur.” Dârimî, Mukaddime, 2 Atâ bin Yesâr -rahimehullâh- anlatıyor “Abdullâh bin Amr’a [4] rastladım ve −Resûlullâh’ın Tevrât’ta zikredilen vasıflarını bana söyler misin?» dedim. Bunun üzerine −Pekâlâ! Allâh’a yemin olsun, o Kur’ân’da geçen bâzı sıfatlarıyla Tevrât’ta da mevsuftur. Orada “Ey Peygamber! Biz Sen’i insanlara şâhit, müjdeci, uyarıcı ve ümmîler için koruyucu olarak gönderdik. Sen Ben’im kulum ve Resûlümsün. Ben Sen’i Mütevekkil diye isimlendirdim… Allâh, bozulmuş dîni insanların “Lâ ilâhe illâllâh” demesiyle düzeltmeden ve o dinle kör gözleri, sağır kulakları, paslanmış kalpleri açmadan O’nun rûhunu kabzetmez.” buyrulur.» dedi.” Buhârî, Büyû, 50; Tefsîr, 48/ 3 Resûlullâh’ı bütün vasıflarıyla bilen yahûdîler, kendisinin geleceği vakti beklemekteydiler. Nitekim Medîneli putperest Evs ve Hazrec kabîleleri ile yahûdiler ne zaman birbirlerine düşüp araları açılsa, yahûdîler “−Şu sıralarda bir peygamber gönderilmek üzeredir. O’nun gelmesi pek yakındır. O peygamber gelince, biz O’na tâbî olacak, İrem ve Âd kavimleri gibi sizi öldürüp kökünüzü kazıyacağız!” derlerdi. İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 95-96 Peygamber Efendimiz’in zevcesi Safiye bint-i Huyey’in naklettiğine göre, Resûlullâh hicret esnâsında Kuba köyüne geldiğinde, babası Yahûdî Huyey bin Ahtab ile amcası Ebû Yâsir hemen oraya gitmişler, güneş batarken de çok bitkin ve üzgün bir hâlde eve dönmüşlerdi. Ebû Yâsir, kardeşine “−Bu zât, geleceği beklenilen Peygamber midir?” diye sordu. Huyey “−Evet, vallâhi odur!” dedi. Ebû Yâsir “−Bunun o Peygamber olduğundan emin misin? İyice tespit ettin mi?” diye sordu. Huyey “−Evet!” karşılığını verdi. “–O hâlde, O’na karşı kalbinde ne var?” diye sorunca da Huyey “−Vallâhi hayatta olduğum müddetçe O’na hep düşmanlık besleyeceğim!” dedi. Ebû Nuaym, Delâil, I, 77-78 Yahûdîler, gelmesini bekledikleri son peygamberin, kendi ırklarından, yâni İsrâîloğulları’ndan olmasını arzu etmekte idiler. Allâh Resûlü ise Hz. İsmâîl’in nesebinden gelen Araplardan olduğu için yahûdîler hased ederek O’na îmân etmemişlerdir.[5] Bu hakîkati, İbn-i Abbâs’ın şu rivâyeti de ortaya koymaktadır Hayber yahûdîleri ile Gatafan arasında savaş vardı ve yahûdîler her karşılaşmada mağlûb oluyorlardı. Sonunda “Ey Allâh’ımız! Âhir zamanda göndermeyi va’dettiğin o ümmî peygamber hakkı için Sen’den bizi muzaffer kılmanı diliyoruz!” duâsıyla Hakk’a yalvarmayı kararlaştırdılar. Gatafan’la karşılaşınca da bu duâyı yaptılar. Böylece Peygamber Efendimiz ile tevessülde bulundular. Savaşın netîcesinde Gatafanlıları bozguna uğrattılar. Fakat Allâh Teâlâ, yahûdîlerin duâlarında vesîle edindikleri Hz. Muhammed’i peygamber olarak gönderince O’nun peygamberliğini inkâr ettiler. Bunun üzerine Allâh Teâlâ “…Daha önce o peygamberin adını kullanarak, O’nun hakkı için diyerek kâfirlere karşı zafer isteyip durdukları hâlde, o tanıyıp bekledikleri Peygamber kendilerine gelince, bu sefer O’nu inkâr ettiler. İşte Allâh’ın lâneti[6] böyle kâfirlerin üzerinedir.” el-Bakara, 89 âyetini inzâl buyurdu. Kurtubî, II, 27; Vâhidî, s. 31 PEYGAMBERİMİZİN DOĞUMUNU MÜJDELEYEN HADİSE Fahr-i Kâinât Efendimiz’in zuhûrunu müjdeleyen şu hâdise de oldukça câlib-i dikkattir Seyf bin Zî Yezen, Kisrâ tarafından Yemen hükümdarlığına tâyin edilince her taraftan Arap heyetleri gelip kendisini tebrik ettiler. Mekke’den gelen on kişilik heyetin başında da Peygamberimiz’in dedesi Abdülmuttalib bulunuyordu. Hükümdâra “−Ey hükümdar! Bizler, Allâh’ın dokunulmaz kıldığı Harem’inin halkı ve Beytullâh’ın hâdimleriyiz. Hükümdarlığını tebrik etmek niyetiyle geldik!” dedi. Yemen hükümdârı onları güzel bir şekilde karşıladı ve uzun bir müddet misâfir etti. Birgün Abdülmuttalib’i yanına çağırarak ona şöyle dedi “−Ey Abdülmuttalib! Ben sana bir sır emânet edeceğim ki, o sırrı başkası olsaydı açmazdım. Fakat ben onun mâdenini sende gördüm. Bunun için onu sana açıklayacağım. Allâh Teâlâ izin verinceye kadar bu sır sende mahfuz kalsın. Şüphesiz ki Allâh emrini yerine getirir. Kendimize tahsîs edip başkasına kapalı tuttuğumuz Kitap’ta öyle mühim bir haber vardır ki hayâtın şerefi, ölümün fazîleti ondadır; bütün insanları, heyet arkadaşlarını, bilhassa seni çok yakından ilgilendirmektedir!” dedi. Abdülmuttalib “−Ey hükümdar! Bütün göçebe halkı sana fedâ olsun! Nedir o büyük ve şanlı haber?” diye sordu. Hükümdar “–Tihâme bölgesinde bir çocuk doğacak. Alâmet olarak, O’nun iki kürek kemiği arasında bir ben bulunacak. Kıyâmet gününe kadar, O’nda imamlık riyâset, sizde de seyyidlik olacak.” dedi. Seyf bin Zî Yezen şöyle devâm etti “−Bu zaman, O’nun doğacağı zamandır. Hattâ, belki de doğmuştur. Onun ismi Muhammed’dir. Babası ve annesi ölmüş olacak. Kendisinin bakımını, dedesi ve amcası üzerlerine alacak. Allâh O’nu apaçık teblîğatta bulunan bir peygamber olarak gönderecek. Bizden bir kısım insanları O’na Ensâr yardımcılar yapacak. Onlarla, dostlarını azîz, düşmanlarını da zelil kılacak. O, yeryüzünün en kıymetli bölgelerini fethedecek. O’nun doğumu ile, mecûsîlerin taptıkları ateş sönecek. Bir olan Rahmân’a ibâdet edilecek. Küfür ve taşkınlıklar yasaklanacak, putlar kırılacak, şeytan taşlanacak. O’nun sözü hak ile bâtılın arasını ayıracak, hükmü adâletten ibâret olacak. O, dâimâ iyiliği emredip tatbîk edecek, kötülükten de nehyedecek ve onu ortadan kaldıracak.” dedi. Abdülmuttalib “−Ömrün uzun, şan ve şerefin yüce, saltanatın dâim olsun! Bu bahsettiğin benim neslimdir. Acabâ hükümdar bu hususta biraz daha îzâhat vererek beni sevindirme lutfunda bulunabilir mi?” dedi. Seyf “−Örtülere bürünmüş Beytullâh’a, mûcizelere ve semâvî kitaplara yemin olsun ki ey Abdülmuttalib! Hiç yalan yok, muhakkak ki sen O’nun atasısın!” deyince, Abdülmuttalib sevincinden yere kapandı. Hükümdar “−Başını yerden kaldır! Kalbin ferah, ömrün uzun, şânın yüce olsun! Sana anlattığım alâmetlerden gördüğün bir şey var mı?” dedi. Abdülmuttalib “−Evet ey hükümdar! Benim çok sevgili, üzerine titrediğim bir oğlum vardı. Onu kavminin şereflilerinden birinin kızı olan Âmine ile evlendirmiştim. Âmine bir çocuk dünyâya getirdi. O’nun ismini Muhammed koydum. İki küreğinin arasında da bir ben vardır. Anlattığın alâmetlerin hepsi de kendisinde mevcuttur. O’nun babası ve annesi de vefât etti. Kendisinin bakımını ben ve amcası üzerimize aldık.” dedi. Bunun üzerine hükümdar Seyf “–Oğlunu iyi koru! Yahûdîlere karşı dikkatli ol! Çünkü yahûdîler O’na düşmandırlar. Fakat Allâh bu hususta onlara fırsat vermeyecektir. Bu dediklerimi arkadaşlarına sakın söyleme! Size nasîb olan üstünlüğü kıskanıp torununun başına gâileler açmayacaklarından emin değilim. Eğer, O’nun peygamber olarak gönderilmesinden önce ölmeyeceğimi bilseydim, süvârilerim ve piyâdelerimle birlikte gider, Yesrib’i Medîne’yi hicret yurdu, devletime başkent yapardım. Ne olurdu, O’nu âfet ve belâlardan ben koruyaydım! Bir sene sonra onun hakkında bana haber getir!” dedi. Ne yazık ki Seyf bin Zî Yezen bir sene geçmeden öldürüldü.[7] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 26-28; Diyarbekrî, I, 239-241 Peygamber Efendimiz’in dedesi Abdülmuttalib’e, torununun istikbâli hakkında verilen diğer bir müjde de şöyledir Resûlullâh bir gün çocuklarla oyuna dalarak Redm mahallesine kadar gitmişlerdi. Orada Müdlicoğulları’ndan bir cemaat, Peygamber Efendimiz’i yanlarına çağırarak ayaklarına baktılar ve ayak izini incelediler. O sırada Abdülmuttalib geldi. Onunla kucaklaşıp “−Bu çocuk senin neslinden midir?” diye sordular. Abdülmuttalib “−Oğlumdur.” dedi. Müdlicoğulları “−O’nu iyi muhâfaza et! Çünkü biz Makâm-ı İbrâhîm’deki ayak izine bu çocuğunkinden daha çok benzeyen bir ayak izi görmedik.” dediler. Abdülmuttalib, oğlu Ebû Tâlib’e “−Bak! Bunlar ne söylüyorlar, dinle!” dedi. Bunun için Efendimiz’in amcası Ebû Tâlib, yeğenini titizlikle korurdu.[8] Peygamber Efendimiz dünyâyı şereflendirmeden önce bütün âlem, mânevî yönden müthiş bir karanlık içinde idi. İnsanlar, son derece bedbaht bir cehâlet bataklığında boğulmaktaydılar. İnsanlık, şeref ve haysiyetini yitirmişti. İnsanların vahşet ve zulmünden, hayvanlar bile iyice bunalmıştı. Hayat yaşanmaz hâle gelmişti. Âlem mahzûn, varlıklar mağmûm, gönüller muzdaripti. Zayıf ve güçsüzler gülmeyi unutmuştu. Yaşama hakkı güçlülere âitti. Mehmet Âkif’in ifâdesi ile Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; Güçsüz mü bir insan, onu kardeşleri yerdi. Kur’ân-ı Kerîm, bu gerçeği şöyle beyan buyurur “İnsanların kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat zuhûr etti…” er-Rûm, 41 Ulvî teşrîf yaklaştıkça herkes, hattâ her şey, daha bir iştiyak ve hasret içerisinde O yüce nûrun imdâda yetişip kendilerini karanlıktan kurtarmasını bekliyor, O âb-ı hayâtın kendilerine ikrâm ve ihsân buyrulmasını arzu ediyordu. Bütün insanlık O’na teşne ve O’nu muntazırdı. Bunun müjde ve işâretlerini almışlar ve zaman zaman da almaktaydılar. Süleyman Çelebi Mevlid-i Şerîf’inde, güneşin bile Hz. Peygamber’e âşık olup O’nun etrâfında pervâneler misâli döndüğünü dile getirerek, ulvî teşrîfin müjdesini Hz. Âmine’nin gönül dilinden şöyle mısrâlara döker Dedi gördüm ol Habîb’in ânesi Bir aceb nûr kim güneş pervânesi İndiler gökten melekler sâf sâf Kâbe gibi kıldılar beytim tavâf Dediler oğlun gibi hiçbir oğul Yaradılalı cihân gelmiş değil Bu gelen ilm-i ledün sultânıdır Bu gelen tevhîd ü irfân kânıdır… PEYGAMBERİMİZ NE ZAMAN DOĞDU? Nihâyet beklenen Nûr milâdî 571 yılının 20 Nisan’ına tesâdüf eden 12 Rabîulevvel Pazartesi sabahında tan yeri ağarırken zuhûr âlemine tenezzül ederek Hz. Abdullâh ve Âmine’nin izdivac kucağında dünyâmızı şereflendirdi. Bu teşrîf ile âdeta bütün varlıklar dile gelip “Hoş geldin yâ Resûlallâh!” diyerek sürûra gark oldular. Süleyman Çelebi, cihanda bütün zerrelerin bu ulvî teşrîf karşısındaki sevinç ifâdelerini mıs­râlarında şöyle dile getirir Merhabâ ey âlî sultân merhabâ! Merhabâ ey kân-ı irfân merhabâ! Merhabâ ey sırr-ı Furkân merhabâ! Merhabâ ey derde dermân merhabâ! Merhabâ ey Rahmeten li’l-âlemîn! Merhabâ Sen’sin Şefîu’l-müznibîn!.. O’nun zuhûruyla Allâh’ın rahmeti bu âlemde coşup taştı. Sabahlar ve akşamlar âdeta renk değiştirdi. Duygular derinleşti. Sözler, sohbetler, lezzetler enginleşti; her şey ayrı bir mânâ, ayrı bir letâfet kazandı. Putlar sarsılarak yere devrildi. Kisrâlar beldesi Medâyin sa­raylarında sütunlar ve kuleler yıkıldı. O zamanlar insanların mukaddes saydıkları Sâve Gölü,[9] zulüm bataklığı hâlinde kurudu.[10] KADİR GECESİ’NDEN SONRA EN KIYMETLİ GECE Cihandaki zaman ve mekânda gerçekleşen bu tecellî, o asîl varlığın zuhûru­nun ilk bereketi idi. Bu bereket, bütün kâinâtı kuşattı. O seneye bolluk senesi denildi. Nitekim ehl-i dil gönül ehli nazarında Kadir Gecesi’nden sonra en kıymetli gece, Resûlullâh’ın doğduğu gece olarak kabûl edilmiştir. O gece bir gül gibi açılan Âlemlerin Efendisi’nin feyz ü bereketiyle dolan gönüllerden taşan ifâdeler, şâirlerin mısrâlarına ayrı bir letâfet kazandırdı Suya virsün bağ-bân gülzârı zahmet çekmesün Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gülzâre su “Bahçıvan gül bahçesini sulamak için boş yere zahmet çekmesin! Zîrâ, bin tane gül bahçesi sulasa yâ Rasûlallâh, yine de Sen’in yüzün gibi bir gül hiçbir zaman açılmaz!..” O güller gülünün ulvî teşrîfiyle her şeyin akışı değişmişti. Rahmet tecellîleri, inci tâneleri gibi kâinâta serpilmiş ve nûra hasret gönüller sürûra gark olmuştu. PEYGAMBERİMİZİN HAYATINDA PAZARTESİ GÜNÜNÜN ÖNEMİ İbn-i Abbâs’tan şöyle rivâyet edilmiştir “Peygamber, pazartesi günü doğdu, pazartesi günü pey­gamber oldu, pazartesi Mekke’den Medîne’ye hicret etti, pazartesi günü Medîne’ye vardı, pazartesi günü vefât etti. Pazartesi gü­nü Kâbe’de hakemlik yaparak Hacer-i Esved’i yerine koydu. Pazartesi günü Bedir zaferini kazandı. Pazartesi günü الْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ Bugün size dîninizi tamamladım.» el-Mâide, 3 âyeti nâzil oldu.” Ahmed, I, 277; Heysemî, I, 196 O’nun doğumu, peygamberliği, hicreti ve irtihâlinin, ilâhî bir tecellî olarak hep pazartesi günlerine rastlaması, bu günün ehemmiyetinin bir nişânesidir. Cemâl ve celâl tecellîsi olarak sevincin heyecânı ile hüznün burukluğu, bayram neşesi ile irtihâl elemleri berâber yaşanmaktadır. PEYGAMBERİMİZİN DOĞUMU SIRASINDA GERÇEKLEŞEN HADİSELER Rasûlullâh’ın kâinâtı teşrîf ettiği mübârek gecede bâzı hârikulâde hâller vukû bulmuştur. Bu mûcizelerden birkaçı şöyledir Hz. Âmine’nin bildirdiğine göre kendisi, ne hâmileliği ne de doğum esnâsında hiçbir zahmet çekmemiş ve Allâh Resûlü dünyâya gelirken doğu ile batı arasını aydınlatan bir nûrun kendisinden çıktığını görmüştür. Peygamber temiz bir şekilde, ellerini yere dayayarak doğmuş ve başını semâya kaldırmıştır.[11] O anda şeytan, hayâtında hiç olmadığı kadar büyük bir çığlık koparmıştır.[12] İran başkadısı ve din adamı Mûbezân, rüyâsında birtakım serkeş develerin bir sürü yürük atları önlerine katarak Dicle ırmağını geçtiklerini, İran topraklarına yayıldıklarını görmüştür. Semâve Vâdisi’ni[13] su basmıştır. Kisrâ’nın sarayından 14 sütun yıkılmıştır. İranlıların, tapınaklarında bin yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşleri sönmüştür.[14] Hz. Âişe’nin anlattığına göre Mekke’de ticâretle meşgul olan bir Yahûdî, Resûlullâh’ın doğduğu gece, Allâh Resûlü’nün dünyâyı teşrîfinin alâmeti olan yıldızın doğduğunu görmüş, Kureyş meclislerinden birine giderek “−Ey Kureyşliler! İçinizde bu gece çocuğu doğan var mı?” diye sormuştu. “−Vallâhi bilmiyoruz!” denilmesi üzerine Yahûdî “−Ey Kureyş cemaati! Size söylediğim şeyi iyi belleyiniz! Bu gece âhir zaman ümmetinin peygamberi doğmuştur. Onun iki kürek kemiği arasında, üzerinde tüyler bulunan siyah sarı karışımı bir ben vardır.” dedi. Meclistekiler, yahûdînin söylediklerine hayret ederek dağıldılar. Evlerine varınca yahûdînin sözlerini âilelerine anlattılar. Bir kısmının âilesi “−Abdullâh’ın bir oğlu doğdu. O’na Muhammed ismini verdiler!” dedi. Bunun üzerine onlar yahûdînin evine gidip “−Mekke’de bir çocuk doğmuş, haberin var mı?” dediler. Yahûdî “−Ben size haber verdikten sonra mı yoksa önce mi?” diye sordu. “−Önce doğmuş, ismi de Ahmed!” dediler. İsteği üzerine onu Hz. Âmine’nin evine götürdüler. Hz. Âmine mübârek oğlunu onlara gösterdi. Yahûdî, Fahr-i Kâinât’ın sırtındaki nübüvvet mührünü görünce bayıldı. Ayıldığı zaman, kendisine “−Ne var, ne oldu?” dediler. Yahûdî “−Vallâhi artık İsrâîloğulları’ndan peygamberlik gitti! Ellerinden Kitap da gitti! Son peygamberin, İsrâîloğulları’nı öldüreceği ve din adamlarının îtibârını düşüreceği yazılıdır. Araplar nübüvvetle büyük bir izzet ve şerefe erecekler. Ey Kureyş cemaati! Sevininiz, vallâhi siz, haberi doğudan batıya kadar ulaşacak bir kuvvete mâlik olacaksınız!” dedi. İbn-i Sa’d, I, 162-163; Hâkim, II, 657/4177 Resûlullâh’ın velâdetine bütün Mekke halkı sevinmişti. Hattâ Ebû Leheb, mübârek yeğeninin doğduğunu müjdeleyen câriyesi Süveybe’yi, âzâd ederek mükâfatlandırmıştı.[15] Bu hâdiseyle alâkalı olarak daha sonra Abbâs şunları anlatır Ebû Leheb’i ölümünden bir sene sonra rüyamda gördüm. Kötü bir hâlde idi “−Sana nasıl muâmele edildi?” diye sordum. Ebû Leheb “−Muhammed’in doğumuna sevinerek Süveybe’yi âzâd ettiğim için pazartesi günleri azâbım biraz hafifletilmektedir. O gün baş parmağımla işâret parmağım arasındaki şu küçük delikten çıkan su ile serinlemekteyim.” cevâbını verdi. İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 277; İbn-i Sa’d, I, 108, 125 Dipnotlar [1] Bkz. İbn-i Hişâm, I, 170. [2] Abdullâh bin Selâm’ın künyesi Ebû Yûsuf olup Hz. Yûsuf’ın neslindendir. Asıl adı Husayn iken Hz. Peygamber, onun adını Abdullâh olarak değiştirdi. Benî Kaynukâ yahûdîlerinin âlimlerinden idi. Efendimiz Mekke’den Medîne’ye hicret ettiğinde Kuba’ya varınca, Abdullâh yanına gelmiş ve kendisine bâzı suâller sormuştu. Peygamber Efendimiz’in o suâllere verdiği karşılıklar üzerine, bu cevapları ancak bir peygamberin verebileceğini söyleyerek İslâm’a girdi. Sonra da bütün ev halkının ve bâzı akrabâlarının İslâm’a girmelerine vesîle oldu. Peygamber Efendimiz’in cennetle müjdelediği Abdullâh, sahâbe arasında saygı duyulan biri idi. Ahkâf Sûresi’nin 10’uncu ve Ra’d Sûresinin 43’üncü âyetlerinin kendisi hakkında nâzil olduğu söylenir. 25 hadîs-i şerîf rivâyet etmiş ve Muâviye’nin hilâfeti zamânında hicrî 43 / mîlâdî 663 senesinde Medîne’de vefât etmiştir. [3]Kâ’b el-Ahbâr, tâbiînden olup Benî İsrâil’e dâir rivâyetleriyle meşhurdur. Hz. Ebûbekir döneminde Müslüman olup hicrî 32 senesinde vefât etmiştir. [4]Abdullâh bin Amr bin Âs, babası Amr ile birlikte hicretin yedinci yılında Medîne’ye hicret etti. Eski kültüre vâkıf, okur-yazar bir sahâbî idi. Resûlullâh’tan duyduğu hadîsleri yazardı. Bu konuda Resûl-i Ekrem’den husûsî izin almıştı. Abdullâh, geniş hadîs ve fıkıh bilgisi sebebiyle sahâbe arasında “Abâdile” diye meşhur olan dört Abdullâh’tan biridir. Babası Hz. Amr ile birlikte Şam’ın fethinde ve Yermük harbinde bulundu ve bu savaşta babasının sancaktarlığını yaptı. Mısır’ın fethi üzerine babası ile birlikte Mısır’a yerleşip orada yaşadı. Babasından önce müslüman olan Abdullâh, 72 yaşında iken Mısır’da vefât etti. Kabri, Kâhire’deki Amr bin Âs Câmii’ndedir. [5] Bkz. İbn-i Sa’d, I, 155. [6] Kur’ân-ı Kerîm’de ve ileride göreceğimiz gibi Resûlullâh’ın hadîslerinde umumiyetle şahıs belirtilmeksizin birtakım günahkârlara toptan lânet edilmektedir. Buralarda ahlâkî, itikâdî ve iktisâdî açılardan büyük sapmaları temsil eden anlayış, davranış ve uygulamalar lânetlenmiştir. “Ben lânetçi olarak değil, ancak rahmet olarak gönderildim” Müslim, Birr, 87 buyurduğu hâlde Allâh Resûlü’nün, bâzı hareketleri yapanlara lânet etmesi, bu davranışların İslâm ictimâî yapısı ve hayâtı açısından çok ciddî ve menfî tesirlere sâhip olduğunu göstermektedir. [7] Tevrât ve İncîl’de Hz. Peygamber’in geleceğinin ve belli vasıflarının beyan edilmiş olması, onların aslında ilâhî menşeli olduklarına ve tahrîf edilmiş olsalar da bugünkü muhtevâlarında aslından bâzı parçalar mevcut olduğuna bir delildir. Bundan dolayıdır ki Müslümanlar Tevrât ve İncîl’i hükümden kaldırılmış bir kanun gibi telâkkî etmekle berâber, onlara karşı hürmetsizlikte bulunmazlar. Tevrât ve İncîl’de olduğu gibi Zerdüştlük, Hinduizm ve Budizm gibi doğu dinlerinin mukaddes kabûl ettikleri kitaplarında da Resûlullâh’ın geleceği müjdelenmiştir. Zerdüşt’ün mukaddes kitabı olarak bilinen Zend Avesta’da Hz. Peygamber’in ismi “Soeshyant” olarak zikredilir ki “Âlemlere Rahmet” mânâsına gelmektedir. Bütün insanların peygamberi olacağı bildirilmekle birlikte diğer pek çok vasıfları da zikredilir. Hinduizm’in mukaddes kitabı Vedalar, Upanişadlar ve Puranalar’da Hâtemü’l-Enbiyâ’nın, sakalı sünnet kılacağı, domuz etini yasaklayacağı gibi pek çok sıfatı zikredilir. Yine Buda’nın kitaplarında da Allâh Resûlü’nün risâletini müjdeleyen ve vasıflarından bahseden pek çok bölüm mevcuttur. Bkz. Remzi Kaya, İlâhî Kitaplarda Hz. Muhammed, s. 221-239; A. H. Viyarthi - U. Ali, Doğu Kutsal Metinlerinde Hz. Muhammed, İstanbul, 1997; İbrâhim Cânan, XIV, 79-81 Yeryüzündeki ilk dînin hak dîn olduğu, insanlığa binlerce peygamber gönderildiği, ancak insanların zaman zaman doğru yoldan ayrıldıkları göz önünde bulundurulursa, Zerdüştlük, Hinduizm, Budizm ve benzeri bâtıl dinlerde, son peygamberin müjdelenmesi gibi bâzı hakîkatlerin mevcut olmasına şaşmamak gerekir. [8] Bkz. Ebû Nuaym, Delâil, I, 165; İbn-i Sa’d, I, 118. [9] Sâve, Hemdân ile Kum arasında, Tahran’ın 125 km. güneybatısında bir göldür. Suyu çekilince yerine Sâve şehri kurulmuştur. [10] Bkz. İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 273. [11] İbn-i Sa’d, I, 102, 150. [12] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 271. [13] Semâve, Kûfe ile Şam arasında, Bağdat’ın 235 km. güneydoğusunda, Kelb arâzisinde, taşsız bir çöldür. [14] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 273. [15] Halebî, I, 138. Kaynak Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları İslam ve İhsan 0922 Son Güncelleme 1224 Hz. Muhammed SAV Kimdir? Kendisine Kuran'ı Kerim'in indirildiği Hz. Muhammed son nebidir. Hayatı boyunca insanları Hak dini olan İslam'a çağırdı ve bu uğurda mücadele etti. Sabrı, hoşgörüsü ve dürüstlüğüyle bilinen peygamber efendimiz, örnek bir şahsiyetti. Hayatı boyunca bir kez bile yalan söylemedi. Kendisine yapılan çirkin saldırılara bile sabretti. ''Bir elime ayı bir elime güneşi verseler, bu davadan vazgeçmem'' diyerek son nefesine kadar İslam'ın yayılması için mücadele etti. Hz. Muhammed ilmiyle de herkese örnek oldu. ''Ölmeden önce ölünüz'' diyerek iman edenlere içlerindeki nefsi öldürmelerini öğütledi. Kerpiç evlerden birinde yaşayan peygamber efendimiz gösterişten ve zenginlikten uzak bir yaşam sürdü. Hz. Muhammed'in Hayatı ve Mucizeleri Nelerdir? Hz. Muhammed, dedesi Abdülmuttalip'in yanında büyüdü. 40 yaşında inzivaya çekildiği Hira mağarasında ilk vahyin gelmesi ile birlikte peygamberliğini ilan etti. Önce Hz. Hatice sonra Hz. Ali, İslamiyet'i seçen ilk Müslümanlardan oldu. İslam'ın yayılmasından rahatsız olan Mekkeli Müşrikler, Müslümanlara yıllar boyunca işkence yaptı. Bunun üzerine Hz. Muhammed sahabesi ile birlikte 622 yılında Mekke'den Medine'ye göç etti. Ancak kafirlerin saldırıları devam edince Müslümanlar ile Müşrikler Bedir Savaşında karşı karşıya geldi. Bedir Savaşını Müslümanların kazanması ile birlikte İslamiyet hızla yayıldı. Ardından yapılan Uhud Savaşı kaybedilmiş olsa da Hendek Savaşının kazanılmasının ardından Müslümanlar yeniden güç kazandı. 630 yılında Hz. Muhammed'in önderliğinde Mekke fethedildi. Kabe'deki putların hepsi kırıldı ve Kabe yeniden Müslümanların mescidi oldu. Peygamber efendimiz 632 yılında nübüvvet görevini tamamlayarak Mekke'de vefat etti. Bu durum hakkında birçok görüşü dinledim. Ateistler peygamberimizin kendi oğlunun eşine göz koyduğunu iddia etmekteler. Ancak bu konu Müslüman kesimin de kafasını karıştırmaktadır. Bu yüzden bu konuda kendi görüşümü belirtmek istedim. İlk önce iddia edilen olay nedir ona bakalım Cahş kızı Zeynep 35 yaşlarında bir duldur. Zeyd b. Haris ile evliydi boşandılar. Usame adını verdikleri çocukları Hz. Peygamber tarafından çok sevilirdi. Türkiye’de ateistlerin kendine kaynak olarak edindikleri Turan Dursun; şöyle diyor Zeynep Bint Cahş, Muhammed’in evlatlığı Zeyd’in karısıdır. Zeyd’i Muhammed kendisine “oğul” edindiği için herkes ondan “Muhammed’in oğlu Zeyd İbn Muhammed” diye söz eder. Muhammed bir gün, Zeyd’i görmek için onun evine gider. Zeyd’i bulamaz, Zeyd’in karısı Zeynep’le karşılaşır. Birden tutulur Zeynep’e. Bir kadına Muhammed’in ilgi duyması, o kadının başka erkeğe -bu erkek kocası da olsa- uygun olmaktan çıkması ve dolayısıyla Muhammed’in olması gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle Zeyd durumu öğrenir öğrenmez Muhammed’e gidip konuşur — Karımdan ayrılmak istiyorum. — Neden? Seni kuşkuya düşürecek bir şey mi yaptı? —Vallahi hayır. Beni kuşkuya düşürecek hiçbir şeyi olmadı. Onun iyilikten başka bir şeyini görmedim. —Öyleyse karını bırakma, Tanrı’dan kork! Muhammed “karını bırakma” derken, gerçekte sevdiği Zeynep’in boşanmasını istiyordu. İstiyordu ki Zeyd onu boşasın da kendisi alsın. Yukarıdaki olay hadis ve rivayetler ile günümüze gelmiş mitolojik hikâyedir. Bu noktada Turan Dursun’u suçlamıyorum. Bu iftirayı Peygamberimize ateistlerden çok kendilerine Müslüman diyen hadisçiler yapmıştır. Turan Dursun da bu hadisleri yorumlayarak doğal olarak bu sonuca ulaşmıştır. Turan Dursun ve onun gibileri eleştirdiğim nokta konuyu araştırmadan hadisleri dinin kaynağı olarak görmeleri. Bu açıdan ateistler ile sünniler aynı kaynaktan beslenir. Turan Dursun 2000’e doğru dergisinde bu uydurulmuş hadisin devamını anlatıyor Muhammed bir gün Zeyd’i aramak üzere evine gider, Zeyd’i bulamaz. Evde Zeyd’in güzel karısı Zeynep vardır. O sırada içeride çamaşır yıkamaktadır. Yorgunluktan ve terden pembeleşmiş yüzü ve yarı çıplak haliyle son derece çekicidir. Peygamber Zeynep’in güzelliği karşısında coşkuya kapılır ve şu sözleri söylemekten kendini alamayarak ... evden çıkar. Zeyd eve gelince Zeynep olayı anlatır. Zeyd içinde karısını yitireceği önsezisiyle Peygamber’e koşar Zeynep’i sevdinse hemen boşayım, sen al, der. Muhammed’in karşılığı O nasıl söz, karını boşama! Ancak içten içe boşanmasını da ister. Turan Dursun hadisleri aktarmaya devam eder ve dergide şunları ilave eder … Peygamberin Zeynep’e olan aşkı, evlendikten sonra da uzun süre devam eder. Hadislerin anlattığına göre, Peygamber nerede güzel bir kadın görse hemen eve koşar, Zeynep’le yatardı Buhari – Hibe/8 – Tecrîd hadis no 1130 Burada hem ateistlerin hem de hadisleri dinin kaynağı olarak gören Sünnilerin iddiası şudur ki tam bu olaylar sırasında Ahzab suresi 37'nci ayet indi. Tabii ki bu iddianın da yalan olduğunu delillerimizle ifşa edeceğiz. Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de iyilikte bulunduğun kimseye diyordun ki “Eşini tut ve Allah’tan sakın!” Ama Allah’ın açıklayacağını sen içinde saklıyordun; zira insanlardan çekiniyordun. Oysaki kendisinden çekinmen gereken sadece Allah’tı. Zeyd o kadınla ilişkisini tamamen kesip boşayınca, Biz onu seninle evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilişkilerini kesip boşadıklarında kişilerin onlarla evlenmelerinin önünde hiçbir engel bulunmasın sonuçta Allah’ın emri yerine gelmiş oldu HAYAT KİTABI KURAN MEALİ – AHZAB 37 Turan Dursun ve birçokları burada Muhammed’in içinde sakladığı şeyin, Zeynep’e olan aşkıydı. Bu ayeti derinlemesine inceleyeceğiz ve bunun kanıt olmadan bol keseden iftira içerdiğini göstereceğim. Şimdi hikâyenin son kısmına dönelim. Turan Dursun'un buraya kadar anlattığı öykünün devamını Arif Tekin' in "Kuran'ın Kökeni" adlı kitabın 166. sayfasından itibaren görelim … Muhammed, Zeyd' i çağırıp bu ayeti Ahzab, 37 anlattıktan sonra ona şu görevi veriyor "Git Zeynep'e bu olayları anlat ve onu bana iste.” Zeyd, kapıya varınca içeri giremiyor ve yüzünü çevirerek, -kendi anlatımına göre ter içinde- sanki dünya başına yıkılmış gibi bir ruh hali içinde kendisinin Muhammed'in elçisi olduğunu ve onu istemeye geldiğini söylüyor. Zeynep ise o sırada hamur işi yapmaktadır. Zeyd'i dinledikten sonra olumlu yanıt vermiyor ve "düşünmem lazım" diyerek ibadet odasına çekiliyor. Zeyd, bu olumsuz haberi Muhammed' e bildirince Muhammed artık buna dayanamıyor ve doğruca Zeynep'in evine giderek ona el koyuyor. Gerekçe, o sırada inen Ahzab Suresi'nin 37. ayetindeki "Ey Habibim, Zeynep'i biz sana nikâhladık" cümlesidir. Artık bu ayete dayanarak ne Zeynep'e mehir ücretini veriyor, ne evlenme için şahit tutuyor ve ne de Zeynep'in akrabasından izin alıyor. Bu sırada Muhammed 58 yaşında Zeynep ise 35 yaşında idi. Üstelik Muhammed'in yanında şu hanımları vardı Aişe 12 yaşında , Hafsa 23 yaşında, Ümmü Seleme 30 yaşlarında Olay burada da bitmiyor. Muhammed'in Zeynep ile evlenmesinden kısa bir süre sonra Hicri 6. yıl Zeyd, Muhammed tarafından üst üste 6 küçük savaşa-baskına gönderiliyor. Bunlar şunlardır Beni Süleym, İys , Taraf, Hisma, Vadi'l Kura, Ümmü Kirfe. Zeyd, bunların hiç birinde vurulmayarak başarıyla dönüyor. Sonunda Muhammed Zeyd'i tarihte "Mute Savaşı" olarak bilinen savaşta 3000 kişilik Müslüman ordusuyla yaklaşık kişilik Rum ordusunun karşısına çıkarıyor. Üstelik Halit Bin Velid gibi daha usta bir komutan var iken Zeyd komutan seçiliyor. Zeyd bu sefer öldürülüyor. Her neyse şimdi yukarıda hadisçilerin uydurduğu safsatanın ne denli çelişkili ve mantıksız olduğunu inceleyeceğiz. Ancak yukarıdaki mitolojik masalın çelişkilerini göstermeden önce şu iyice bilinmelidir ki hadisler, rivayetler, dedemden işittimler dinin kaynağı olmazlar. Hadis ve rivayetler Hz. Muhammed’e ve Kur’an’a hakaret etmek için İslam’a sokulmuş Truva Atı’dır. Çünkü aslında dünyada hiç kimse Hz. Muhammed döneminde ne oldu, kaç eşi vardı, ismi geçen sahabelerin hayatları, peygamberin yaptığı savaşlar vs.. bilmiyor. Peygamberimizin hayatı vefatından en erken 149 küsür yıl sonra yazılmıştır. O da kısıtlı bilgiler. Elimizde o döneme ait hiçbir sağlıklı veri yoktur. Müslümanlar yok ben dedemden işittim, yok bana dedemin arkadaşının babası anlatmıştı vs. diye diye dedikodularla ve yalanlarla örülmüş “Muhammed peygamber ve arkadaşlarının hayatı” lügati ortaya çıkmıştır. Ve şu da ilginçtir ki o kadar bariz yalanlar atmışlar ki her olayda bin tane farklı anlatım bize sunulmuştur. Hadisleri aktaran Kişi pedofil ise Aişe validemiz 6 yaşındayken evlendi demiş, Kişi olgun bayanlardan hoşlanıyorsa Muhammed kızı Fatma’yı küçük olduğu için Ali’nin evlilik teklifini reddetti diye hadis uydurmuş. Kişi gümüş tüccarıysa peygamber sadece gümüş yüzüğe onay vermiştir diye bir hadis uydurmuş. İnanmayanlar gümüş yüzük hadisine bakabilir. Yani anlayacağınız hadisler kişilerin ihtiyacına göre dizayn Hiç mi doğru bilgi bize ulaşmadı? Bu soruyu soranlarınıza şu cevabı vermek isterim. Türkiye 90 yıl önce bir Milli Mücadele dönemi geçirdi. Bu mücadelede lider Mustafa Kemal’di. 90 yıl öncesi hakkında bile bir milyon abartı, yalan, mitoloji piyasayı kavurmaktadır. Bazıları Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşında hiç aktif rol almadı derken, bazıları onun sayesinde kazandığımızı, bazıları Mustafa Kemal’i Kurtuluş Savaşını başlatması için Vahdettin tarafından Anadolu’ya gönderdiğini iddia ederken bazıları Vahdettin’in vatan haini olduğunu dillendirmektedir. Bazıları Kurtuluş Savaşı olmadı sadece Türk-Yunan savaşıydı derken bazıları buna şiddetle karşı çıkmaktadır. Hatta Mustafa Kemal’in dini inancı neydi? Sorusu bile tartışılır hale geldi. Tüm bunlar sadece iddiaların bir bölümü. Tüm görüşleri yazsam kitap olur. Sadece 90 yıl önce olmuş, fotoğrafların ve daha net bilimsel bulguların olduğu bile elimizde net bilgiler olmayıp bulanık bilgilerle çevrelenmişken nasıl olur da 1450 küsür yıl önce hayata gelmiş birinin -ki o dönem tarihsel kayıt tutulmamış- 150 yıl sonra hatta Muhammed peygamberin günümüzdeki şekliyle hayatının yazılması vefatından yaklaşık 230 yıl sonradır. Bugün Müslümanların hatta hadisleri kaynak gösteren sünnilerin ve ateistlerin Hz. Muhammed’in hayatını net şekilde biliyor gibi davranmalarının ne denli tutarsız olduğunu Muhammed Peygamberin hayatını nasıl öğreneceğiz? Aslında buna gerek yok. Biz Kur’an ile ilgilenmeliyiz ve Kur’an peygamberimizin hayatından bilmemiz gereken kısımları zaten bize sunmuştur. Yani en güzel siyer Muhammed’in hayatını anlatan kitap Kur’an’dır. Ve bir önemli nokta daha Kur’an’ı uyduruk hadislerle değil, Kur’an’ı, Allah'ın diğer ayetleri ile tefsir edeceğiz. Allah diğer ayetleri hangisi diğer Kur'an ayetleri ve bilim. Bilim, Allah'ın evrendeki ayetleridir. İslam’da usul anlatılan rivayetin bir izahı var mıdır? Şimdi yukarıdaki rivayetin ne denli mitolojik olduğunu anlatayım. 1. Muhammed peygamberin Zeyd’i öldürmek için savaşlara gönderdiği söyleniyorken bir yandan da Muhammed’in Zeyd’in oğlu olan Üsame’yi çok sevdiğinden bahsediyor. Babasını öldürmek isteyen biri çocuğunu nasıl seviyor? 2. Zeynep 35 yaşlarındadır. Kesinlikle böyle mutlak bir bilgi elimizde yoktur. Zeynep Muhammed peygamberin halasının kızıdır ve kaç yaşında olduğu net değildir. Bırakın Zeynep’i Muhammed peygamber haricinde ne eşlerinin ne sahabenin ne o dönemde yaşamış herhangi birinin yaşı net olarak bilinmektedir. Yaş ile ilgili olan tüm rivayetler çelişkilidir ve bugünün tabiriyle atmasyondur. Müslümanların kim kaç yaşında bilmedikleri o kadar açıktır ki Aişe validemizin yaşı bile 100 yıldır tartışılmaktadır. Ateistler ise Kur’an’a güvenmemekte, Muhammed’in peygamber olduğunu söyleyen hadislere inanmamakta ancak Aişe’nin evlenirken yaşının 6 olduğuna ve Zeynep’in 35 yaşında olduğuna iman etmekteler. Bu da ne kadar çelişki içinde olduklarını gösterir. Zeynep peygamberimizle evlenirken 50’li yaşlarında bile olabilir. Çünkü halasının kızı. Belki de aynı yaştaydılar. Zeyd’in yaşına gelince kimse Zeyd’in yaşını da bilmiyor. O da 50’li yaşlarında olabilir. Kimse net bir bilgiye sahip değil. 3. “Zeynep Bint Cahş, Muhammed’in evlatlığı Zeyd’in karısıdır. Zeyd’i Muhammed kendisine “oğul” edindiği için herkes ondan “Muhammed’in oğlu Zeyd İbn Muhammed” diye söz eder. Evet, ateistlerin iddia ettikleri gibi Muhammed peygamber bir köle olan Zeyd’i önce özgürlüğüne kavuşturur sonra da onu evlatlık edinir. Ancak Kur’an bu evlatlık konusunu “öz oğulluktan” çıkarır. Muhammed’in Zeyd’in babası olmadığını Ahzab suresinde dile getirir. … Yine evlatlıklarınızı da sizin gerçek çocuklarınız kılmamıştır bütün bunlar düşünmeden ağzınıza aldığınız boş laflardır; ne ki Allah yalın gerçeği söyler ve O hep doğru yolu gösterir. 4 Şu halde evlatlıkları öz babalarına nispet ederek çağırın, bu Allah katında daha hakkaniyetli bir davranıştır; eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, zaten unutmayın ki onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır; bu konudaki yanılgılarınızdan dolayı size bir vebal yoktur; fakat asıl kalbinizdeki kasıt belirleyicidir 5 HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ – AHZAB 4,5 Yukarıdaki ayetlerin tahrif edilmek istenen Ahzab 37’nci ayetle aynı surede yer alması ilginçtir. Allah yukarıdaki ayette Müslümanların evlat edinebileceğini ancak asla öz evlat olarak görülmemesini kişiden gerçeği saklamayarak biyolojik babasına nispet edilmesini istiyor. Yani ayete göre “bu benim çocuğum” demek onu sizin çocuğunuz yapmaz. Kur’an günümüz evlatlık anlayışını reddeder. Kan bağını şart koşar. Peki, Neden? Sebebi açıktır. Bu ileride sorunlara neden olabilir. Bilmem izlediniz mi ama Türkan Şoray’ın bir filmi mevcut. Türkan Şoray evlatlıktır ve evde Abi dediği adama âşık olur. Tabii abi de ona. Beraber büyümüş olsalar da böyle bir sosyal problemi ve iki kardeşin psikolojik travmasını anlatan güzel bir filmdi. Şimdi dünyanın iki ucundan bir erkek ve bir kız çocuğu evlat edinirseniz ve bunlar ileride birbirini severse nasıl olur? Kur’an bu gerçeği ön görmüş ve evlatlık edinirken onların öz çocuklar gibi olmayacağını dile getirmiştir. Bu yüzden evlatlık edinirken hepsinin kız ya da erkek çocuğu olmasına dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ileride doğacak bir yakınlaşma o çocukların da psikolojisini bozacaktır. Zeyd’in peygamberin gerçek oğlu gibi olamayacağını yukarıdaki ayet belirttikten sonra artık Zeyd Muhammed’in adı ile çağrılmadı. Artık ona biyolojik babasının ismiyle seslenilmeye başlandı Zeyd b. Harise. Zeyd’in peygamberle öz oğul ilişkisi olmadığını belirten diğer ayet de çok ilginçtir ki yine Ahzab suresindedir. Ey mü’minler! Muhammed sizin erkeklerinizden herhangi birinin babası değildir; fakat o Allah’ın Rasulü ve nebilerin sonuncusudur ve zaten Allah her şeyi ince ayrıntısına kadar bilmektedir. HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ – AHZAB 40 4. “Muhammed bir gün, Zeyd’i görmek için onun evine gider. Zeyd’i bulamaz, Zeyd’in karısı Zeynep’le karşılaşır. Birden tutulur Zeynep’e.” Dünyanın en iyi yalan yarışması düzenlense hadisler yarışmayı birincilikle tamamlar. Zeynep peygamberimizin hala kızıdır ayrıca yukarıdaki uyduruk hadislere göre Zeyd ile halasının kızını evlendiren Muhammed peygamberdir. Şu halde nasıl oluyor da Zeyd’in evine gittiğinde Zeynep’i ilk defa görüyor? Rivayetlerin çelişkisine bakar mısınız? Evlatlığı Zeyd evlenirken Muhammed yurt dışında mıydı? O dönemler Medine’yi hesaplasak toplam 15 bin kişi ya var ya yok. Hatta ben abartayım ve 30 bin kişi yapayım. Allah aşkına 30 bin nüfuslu bir yer köyden farksızdır. Herkes birbirini tanır. Kaldı ki Zeynep hadislere göre Muhammed peygamberin hala kızıdır. Onu nasıl görmemiş olabilir? Ayrıca Zeyd'e kız istemeye giden Muhammed peygamber değil mi? Düğünde de mi görmedi halasının kızını? Dediğim gibi rivayetler tutarsızlıklarla doludur. 5. “Bir kadına Muhammed’in ilgi duyması, o kadının başka erkeğe -bu erkek kocası da olsa- uygun olmaktan çıkması ve dolayısıyla Muhammed’in olması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.” Bu cümle ise tamamen Muhammed peygambere iftiradır. Bu sonucu doğuran bu rivayeti uyduran hastalıklı kişilerdir. Onlara göre Muhammed’in canı kimi istese o kişi bunu reddedemezdi. Bu ahlaksızlıktır. Baştan sona Kur’an’a ve Kur’an’ın prensiplerine aykırıdır. Nisa 23’e göre sapkınlıktır. Muhammed’in kaç evlilik yaptığı bile net olarak bilinmiyor. Aişe, Zeynep ve Hatice hariç diğer tüm eşlerin hayali bile olabilir. Bu üç isim hariç diğerleri çelişkili ifadelerle günümüze ulaşmıştır. Aişe validemiz ve Zeynep validemiz Kur’an’da geçtiği için emin olabiliyorken Hatice validemiz ise tüm kaynaklar ittifak halinde olduğu için eşi olarak kabul ediyorum. Ancak bunlarla ilgili detayların uydurulduğuna da şüphem yok. Çünkü hiç kimse detayları unutmadan söz ile 200 yıl sonraya taşıyamaz. 6. “Muhammed 'karını bırakma' derken, gerçekte sevdiği Zeynep’in boşanmasını istiyordu. İstiyordu ki Zeyd onu boşasın da kendisi alsın” Sünni ve Şii Müslümanların uydurdukları hadisler sonucunda ortaya çıkan sonuç Muhammed peygamberin evli bir kadına göz koymasıdır ki bu katiyen doğru değildir. Ayrıca bu rivayette Muhammed peygamberin niyetini de okuyorlar. Aksi halde Muhammed'in aslında Zeyd'in karısını boşamasını istediğini nasıl anlayacaklar. Hadisler üzerinden zihin okuma da yapılıyor. Ateistlerin bu konuda anlamadıkları bir şey var. Biz Muhammed peygambere güvenip Kur’an’a iman etmedik. Biz Kur’an’a iman ettik ve Kur’an, Muhammed’in peygamber olduğunu söylediği için biz peygamber olduğuna inandık. Ve yine aynı Kur’an Muhammed için şunu söylüyordu Çünkü sen, muhteşem bir ahlaka sahipsin KALEM 4 Evet, Kur’an Muhammed’in inanılmaz bir ahlaka sahip olduğunu söylerkenbir yandan da peygamber olarak seçilmesinin de gerekçesini veriyordu. Ahlaksız bir insan başkasının eşine göz koyar. Muhammed peygamber ’in bunu yaptığına dair hiçbir delil yoktur. Ateistlerin tek delili uydurulmuş rivayetlerdir. Hani ateistler için önemli olan bilimdi. Hani bilimsel veriler olmadan konuşmamalıydık. İşlerine gelince tam bir hadisçi kesilmek çok mu bilimsel? Peygamberimizden 2 asır sonra uydurulmuş metinlerin kaynak olamayacağını onlar da biliyorlar ancak bu kendi düşüncelerini desteklemediği için göz ardı ediyorlar ve Muhammed’e iftirayı daha cazip buluyorlar. 7. “Muhammed bir gün Zeyd’i aramak üzere evine gider, Zeyd’i bulamaz. Evde Zeyd’in güzel karısı Zeynep vardır. O sırada içeride çamaşır yıkamaktadır. Yorgunluktan ve terden pembeleşmiş yüzü ve yarı çıplak haliyle son derece çekicidir. “ Bu metni ne zaman görsem gülerim. Komik bir rivayet. O dönem Medine’nin küçük odalı evinde çamaşır yıkamak ha! Detaya bakın “Yorgunluktan ve terden pembeleşmiş yüzü ve yarı çıplak haliyle” Helal olsun 200 yüz yıl boyunca Zeynep’in yorgunluktan pembeleşmiş yüzünü insanlar hatırladı ve naklettiler. Kaldı ki sadece Muhammed’in görebileceği bir sahneyi üçüncü ağızdan anlatıyorlar. Bu kadar detayı ancak orada o an bulunmuş biri nakledebilir. Algıya bakar mısınız ”Zeyd’in güzel karısı” Zeynep’in güzel ve genç olduğunu nereden biliyorsunuz? Böyle bir bilgi yok. Genç ve güzel kadın algısı oluşturularak beynimizin tek yere odaklanmasını sağlamaya çalışıyorlar. Bu rivayeti okurken aklıma Yeşilçam geldi. Nuri Alço’da çamaşır yıkayan kadına tecavüz ederdi her filmde. O filmlerde de kadınların yüzleri pembeleşirdi ve kadın eteğini çok yukarı çekmiş halde olurdu. Demek ki 1200 yıl önce de hadis uyduran erkeklerin kafasında aynı senaryo yer almakta Her açıdan bu rivayetin kurgulanmış bir senaryo olduğu açıktır. Bu iddianın başka saçma noktası da Muhammed peygamberin bodoslama Zeyd'in evine dalmasıdır. Kapı çalma yok mu? Ya da perde falan yok mu? Kur'an'da Ahzab 53'te Müslümanların peygamberin evine bodoslama girip üstüne üstlük çıkmaz bilmeyen tavırlar sergilemelerinden vazgeçmelerini söylüyor. Şu halde Muhammed peygamber kendisi bu ayete aykırı davranır mıydı? Asla. Kur'an'daki her ayete ilk önce Muhammed peygamber uydu. Asla Zeyd'in evine kapı çalmadan vs. içeri girmezdi. Ha eğer Muhammed Kur'an ayetlerini takmıyordu diyen ateistler varsa şunu sorarım o zaman niçin Zeynep ile evlenmek için ayet uydurdu diyorsunuz? Madem ayetlere uymuyordu. Ayrıca Nur 31’de “mü’min erkeklere söyle bakışlarını yasak olandan sakındırsınlar” ayeti ortadadır. Muhammed peygamberin yarı çıplak bir kadına bakacağı iddiası Kur'an ile çelişmektedir. Ateistlere göre Zeynep ile evlenmek için Muhammed ayet uydurmuştur. Peki Nur 31 nedir? Muhammed peygamber madem yarı çıplak kadınları dikizleyen bir adamdır niçin kendisini de kısıtlayan nur 31 “mü’min erkeklere söyle bakışlarını yasak olandan sakındırsınlar” ayetini Kur'an'a eklemiştir? 8. “Zeyd eve gelince Zeynep olayı anlatır. Zeyd içinde karısını yitireceği önsezisiyle Peygamber’e koşar Zeynep’i sevdinse hemen boşayım, sen al, der.” Bu iddia da diğerleri kadar bomba. Bir an için ateistlerin mantıklı bir iddiada bulunduklarını varsayalım. Allah aşkına hangi erkek, peygamber olduğunu düşündüğü kişi eve gelince karısına göz koyduğunu düşünüp gidip karısını ona sunar? Hadi Muhammed sapkın, Zeyd de mi sapkın? Hangi şerefli erkek bunu sindirir? Kaldı ki Zeynep peygamberin halasının kızıdır. Muhammed peygamber kör olsaydı bile küçücük nüfuslu Medine’de halasının kızıyla karşılaşırdı. O dönem güçlü akrabalık ve kabiliyetçiliği saymıyorum bile. 9. “Hadislerin anlattığına göre, Peygamber nerede güzel bir kadın görse hemen eve koşar, Zeynep’le yatardı.” Bu iddia da Buhari ve diğer hadisçilerin iftirasıdır. İftira olduğu şu açıdan bellidir ki hiçbir erkek ben güzel kadın gördüm dur eve gidip seks yapayım demez. Hele bir topluluğun lideri olarak göz önünde olan biri bunu yapamaz. Ayrıca peygamberin eve gidip seks yaptığını Buhari ve diğerleri nereden biliyor? Odasını mı dikizlemiş bazı sahabeler? Nereden bakarsak bakalım hadisler ve rivayetler safsatadan öteye geçemiyor. Hani o günlerde herkes çarşaflıydı? Peygamber çarşafın içindekinin güzel olduğunu nerden biliyordu da Zeynep’e koşuyordu? İçinde erkek bile olabilir. Neyse bu iddiaları ciddiye bile almak gereksiz. 10. “Muhammed, Zeyd' i çağırıp bu ayeti Ahzab, 37 anlattıktan sonra ona şu görevi veriyor "Git Zeynep’e bu olayları anlat ve onu bana iste.” Bir kere uydurdunuz mu bu işin arkası gelmez. Gerçekten bu akıl dışı iddiaların hangisini ciddiye alıp da cevap versem bilemedim. Siz birinin karısına göz dikeceksiniz, onu ayıracaksınız bir de yetmezmiş gibi eski kocasını elçi olarak göndereceksiniz öyle mi? Bir gram beyni olan bir insanın değil 1450 yıl önce bir Arap’ın bunu normal karşılaması bugün modern çağda bu olsa var ya kesin öldürülürsünüz. Ayrıca Muhammed peygamber bu kadar ahlaksız bir insansa nasıl binlerce insan Kur’an’a iman etti. İşin garibi İslamiyet’i ilk kabul edenler Mekke’nin entelektüel kesimiydi. Böyle ahlaksız bir şarlatana kimse iman etmezdi. Çünkü o dönem Araplar çok daha katıydılar. 11. “Zeynep ise o sırada hamur işi yapmaktadır. Zeyd'i dinledikten sonra olumlu yanıt vermiyor ve "düşünmem lazım" diyerek ibadet odasına çekiliyor.” Dikkat ediyorsanız bu olaylar film senaryosu gibi aktarılıyor. O kadar aile büyüğü varken zeyd’in istemeye gitmesinden tutun da Zeyd’den başka kimsenin göremeyeceği evde ne pişirildiğine kadar mükemmel detaylar. Şu cümleye de dikkatinizi çekmek isterim ” ibadet odasına çekiliyor” Belli ki 200 yıl sonra zenginleşen Araplar kendilerine ibadet odası yapmışlar. Bu rivayeti uydururken de Muhammed peygamber döneminde de böyle bir odanın olduğunu sanmışlar. Muhammed peygamber döneminde Medine’de ibadet odası ne arasın? Şaka gibi. Ayrıca birçok rivayet peygamber dâhil birçok sahabenin evinin tek odalı olduğunu kaydediyor. Aişe’nin önde uzandığı halde peygamberin yer olmadığı için onun önünde namaz kıldığına dair rivayetlere ne demeli? Hangisine inanacağız? Yani anlayacağınız tüm rivayetler birbiriyle çelişiyor. 12. “Bu sırada Muhammed 58 yaşında Zeynep ise 35 yaşında idi. Üstelik Muhammed'in yanında şu hanımları vardı Aişe 12 yaşında , Hafsa 23 yaşında, Ümmü Seleme 30 yaşlarında” Yukarıda değindiğim gibi değil Zeynep’in peygamberimiz hariç kimsenin yaşı net değil. Zeynep 50 yaşında ya da 60 yaşında da olabilir. Peygamberin ne kaç eşi olduğunu biliyoruz ne de net olarak isimlerini. Verilen isimler ve yaşlar tamamen dedikoduların hadis adı altında derlenmesidir. 13. “Zeyd, Muhammed tarafından üst üste 6 küçük savaşa-baskına gönderiliyor. Bunlar şunlardır Beni Süleym, İys , Taraf, Hisma, Vadi'l Kura, Ümmü Kirfe.” Bu en bomba iddiaya da cevap verelim. Bizim için önemli olan Ahzab 37’nin ne anlattığıdır. Yoksa bu safsatalar ile bir yere varamayız. Şunu ateistler dâhil herkes bilmekte ama kimse itiraf edememektedir Muhammed peygamber dönemi ile ilgili sağlıklı tek veri elimizde yok. Onun vefatından sonra halk arasında dedikoduların derlenmesiyle oluşturulmuş hadisler birer tarihi kaynak olamazlar. Bu bilime aykırı bir metoddur. Yukarıdaki iddialar ve peygamberimizin yaptığı savaşlar adlı kitaplar hepsi hayal ürünüdür. Muhtemelen başka ülkeleri işgal etmek isteyen emeviler döneminde uyduruldu. Bu rivayetlere göre peygamberimiz yememiş, içmemiş, insanlara Kur’an’ı tebliğ etmemiş sürekli savaşmış. 27 savaşa bizzat katılıp 47 savaşa da küçük birlikler gönderdiğini iddia ediyor rivayetler. Ancak bu savaşların vuku bulduğuna dair hiçbir tarihi delil mevcut değildir. Sadece gücü eline geçirdiğinde ortalıktaki her kabileye saldıran peygamber inancına sahip olmamzı istedikleri için bu iftiraları peygamberimize attılar. İlk önce cihat kavramını değiştirip işgal manası verdiler. Sözde Allah adına tabii! Sonrada Müslümanları kandırmak için Muhammed’in yaptığı savaşlar diye bir kitaplık savaş peyda ettiler. Yukarıda sayılan savaşların olduğuna ve Zeyd’in bu savaşlara gönderildiğine dair hiçbir kanıt yoktur. Bizanslılar ile ilgili bir savaştan haberimiz var tabi bunun günümüze gelmesi de uluslararası bir savaş olmasından kaynaklanıyor. Ama bu savaşta kim öldü, Zeyd bu savaşın neresindeydi? gibi bilgiler net değil. Dolayısıyla bu iddia da diğerleri kadar net olmayan bir iddiadır. Asıl soru şu bu kadar zanna dayalı bilgi ile Muhammed’in sapkın olduğuna nasıl kanaat getiriliyor? Muhammed peygambere olan nefret yüzünden onun sapkın olduğunu iddia eden her kaynağı güvenilir ve doğru mu kabul etmeliyiz? 14. "Muhammed artık buna dayanamıyor ve doğruca Zeynep'in evine giderek ona el koyuyor. Gerekçe, o sırada inen Ahzab Suresi'nin 37. ayetindeki 'Ey Habibim, Zeynep'i biz sana nikâhladık' cümlesidir." Bu cümle tüm rivayetin yalan olduğunun en bariz delilidir. Riivayeti uyduran kişi Kur'an'da "Habibim" kelimesinin geçmediğini bile bilmeyecek kadar Kur'an'a uzaktır. Değil Ahzab 37'de Kur'an'ın hiçbir yerinde "Ey Habibim" diye bir kelime ne tür evlilikleri yasaklar? 1. Babalarınızın daha önce evlilik yaptığı kadınlarla evlilik yapmayın, fakat geçmişte yapılanlar geçmişte kalmıştır. Bu davranış yüz kızartıcı bir hayâsızlık, çirkin bir günah, kötü bir gelenek idi. NİSA 22 Yani üvey annelerle evlilik yasak 2. Anneleriniz – kızlarınız- kız kardeşleriniz – halalarınız – teyzeleriniz ile yasak NİSA 23 3. Erkek ve kız kardeşlerinizin kızları NİSA 23 Yani yeğenlerinizle evlilik yasak 4. Sütannelerle ve sütkardeşlerle evlilik yasak NİSA 23 5. Eşlerin anneleri kayınvalide ile evlilik yasak NİSA 23 6. Cinsel ilişkiye girdiğimiz kadınların kızları ile evlilik yasak NİSA 23 Yani eğer bir kadınla evlenir ancak cinsel ilişkiye girmeden ayrılırsanız o kadının kızı ile evlenmek yasak değil. Ancak bir kez dahi cinsel ilişkiye girildiyse artık o kız Kur’an’a göre üvey kızınız kabul edilir ve evlilik yasak olur. 7. Öz oğulların eşleri de size haramdır NİSA 23 Gelin ile kayınpederi evlenemez. Bu ayette dikkat edilmesi gereken öz oğul ifadesidir. Evlatlıkların eşleri Kur’an’a göre evlenilemezler listesinde değildir. 8. Aynı anda iki kız kardeşle evlenmek de yasaktır NİSA 23 Biz Müslümanlara göre bir konuda sapkınlığı Allah belirler. Ahlaki ilkemizi de Kur’an belirler. Kuran yukarıda ahlaksızlık olarak nitelediği evlilikleri saymıştır. Bunun dışındakiler ahlaksızlık değil o toplumun kültürüdür. Mesela en iyi arkadaşımız boşanırsa onun eşiyle evlenmek ne haram ne ayıp ne de suçtur Kur’an’a göre. Ancak çoğumuz doğup büyüdüğümüz kültürden dolayı bunu çok ayıp görürüz. Ben de ayıp olarak görürüm. Ancak böyle görmemin sebebi Türkiye’de doğup büyümüş olmam. Buradaki insanların değer yargısı olduğu gibi bana da geçti. Ama kalkıp da bunu yapan birini ahlaksızlıkla suçlayamam. Kur’an böyle bir evliliğin ayıp olmadığını söyler. Ayıp olanları tek tek sayar. Ateistlere gelince bırakın evlatlığın eşiyle evlenmenin ayıp olması samimi çoğu ateiste göre ensest ilişki bile doğaldır. Kaç tane Amerikalı ateisti dinledim. “Ensest ilişkinin yanlış olduğuna dair bir kanıtımız yok. Bu dinlerin yanlış kabul ettiği bir şey” diyerek kendi algılarına göre doğru olanı zaten söylüyorlar. Ancak Türkiye’de bulunan ateistler ensest ilişkiye karşıdır. Sebebi tıpkı benim gibi doğduğumuz ülkenin dini değer yargılarını benimsemeleridir. Hâlbuki bunun ahlaksızlık olduğunu iddia eden İslam’dır. Bugün evlatlığın eşiyle evlenmeyi doğru bulmayan herkes bunu yaşadığı çevreden dolayı doğru bulmamaktadır. Türkiye’de “vay nasıl evlatlığın eşiyle evlenilir” diyenler Peru veya Hawai’deki bazı topluluklarla yaşasaydı ensest ilişki normaldir diyeceklerdi. Kaldı ki dün homoseksüellik ve lezbiyenlik Türkiye’de büyük bir ahlaksızlık olarak görülürken bugün Batı’nın etkisiyle Türkiye’de bu çoğu kesimler için normalleşti. Burada sorulması gereken soru şu Kişi ahlakı, doğru değerleri nereden alır? Biz Müslümanlar bu değerleri Kur’an’dan alırız. Ateistler ise yaşadıkları ülkelerin yasalarından. Ancak bu iddia yazıda durduğu gibi durmaz. İnsanların doğru ve yanlışlarını maalesef toplumun çoğunluğu peygamber evli bir kadına göz koydu mu? Kur’an ne diyor? Hani bir zamanlar Allah’ın kendisine ikram ettiği, senin de iyilikte bulunduğun kişiye diyordun ki “Eşini tut ve Allah’tan sakın!” Ama Allah’ın açıklayacağı şeyi sen içinde saklıyordun; zira insanlardan çekiniyordun. Oysaki kendisinden çekinmen gereken sadece Allah’tı. Zeyd o kadınla ilişkisini tamamen kesip boşayınca, Biz onu seninle evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilişkilerini kesip boşadıklarında kişilerin onlarla evlenmelerinin önünde hiçbir engel bulunmasın sonuçta Allah’ın emri yerine gelmiş oldu HAYAT KİTABI KURAN MEALİ – AHZAB 37 Ateistler ve rivayet ile beslenen Müslümanlar bu ayetin yukarıda incelediğimiz olay üzere indiğini savunur ki bu tamamen kanıtsız bir iddiadır. Yukarıdaki masalı bu ayete uyarlamak için uyduranlar Kur’an’ın dil bilgisi kurallarına çarptılar. Bu ayet Allah tarafından Muhammed peygamberle Zeynep’in evlendirildiğini bildiren ayet değildir. Bu ayet Muhammed peygamberle Zeynep evlendikten çok sonra inmiştir. Bunu ayetin Arapçasından anlıyoruz. Şöyle ki Ayet “Ve iz” ile başlıyor. "Bir zamanlar" olarak çevrilebilir. Yani geçmişteki bir olay aktarılıyor. Tüm ayet boyunca da geçmiş zaman kullanılıyor diyordun, saklıyordun, çekiniyordun, Allah’tı, boşayınca, evlendirdik, gelmiş oldu gibi. Hz. Muhammed ile Zeynep bu ayetler inmeden çok önce evlenmiş zaten. Bu yüzden geçmişteki bir olay anlatılıyor. Yani Muhammed Zeynep’e göz koydu o yüzden gidip kendine ayet yazdı. Zeynep’i ve toplumu ikna etmek için iddiası tamamen ayet tarafından çürütülmektedir. Çünkü ayet dil bilgisi kurallarına göre geçmişte olan bir olayı aktarmaktadır. Bu ayet Kur’an’ın Allah tarafından gönderildiğine en büyük delildir. Çünkü Muhammed peygamber üçkâğıtçı olsa niçin yanlış anlaşılmaya kendisinin ahlaksız biriymiş gibi göstermeye müsait bu ayeti Kur’an’a dâhil etsin ki? Hadi etti diyelim ölmeden evvel bu ayetin hükmü kalktı deyip gelecek nesillerden evlatlığının eşiyle evlendiği gerçeğini saklayabilirdi. Her açıdan bu ayet rivayetler ışığında okunduğunda Muhammed peygamberi zor duruma düşürmüştür. Bu ayetin hem ona hem bize bir test olduğuna inanıyorum. Muhammed Kur’an’ı yazsa idi yanlış anlaşılacağı çok bariz olan “Allah’ın açıklayacağı şeyi sen içinde saklıyordun” cümlesini yazar mıydı? Ateistler Muhammed peygamber Zeynep’i ve toplumu ikna etmek için bu ayeti Muhammed peygamberin uydurduğunu iddia ediyorlar. Hadi bunu kabul edelim peki “Allah’ın açıklayacağı şeyi sen içinde saklıyordun” cümlesini niye eklesin? Bu iddialarını tamamen mantıktan yoksundur. Her neyse bu ayette en önemli nokta geçmiş zamanda yaşanan bir olaydan bahsetmesidir. Yani bu ayetten sonra Muhammed ve Zeynep evliliği gerçekleşmiyor. Bu ayetten yıllar önce gerçekleşmiş olay aktarılıyor. Bu ilk delilimdi. Ayeti irdelemeye devam edelim. 1. Hani bir zamanlar Allah’ın kendisine ikram ettiği, senin de iyilikte bulunduğun kişiye diyordun ki “Eşini tut ve Allah’tan sakın!” Ayetin bu kısmından şunu anlıyoruz Muhammed Zeynep ile Zeyd’in boşanmasına sıcak bakmıyor. Hatta ayetten Zeyd’in ilk defa bu taleple gelmediğini anlıyoruz. Peki, niçin boşanmak istiyor? Rivayetler iki farklı sebep sunuyor. İlki sınıf farklılığı. Zeynep soylu bir aileden gelir ancak Zeyd kölelikten gelmedir bu kültür farklılığı Zeynep’in sürekli evde huzursuzluk çıkartmasına sebep olmuş, Zeyd de bu durumdan bıkmış ve sürekli boşanmak için Muhammed’e gelmektedir. Ancak bu rivayet güvenilmezdir. Zanna dayalı bilgiye göre ayeti yorumlayamayız. Rivayetlerde geçen diğer bilgi ise Zeyd, Muhammed peygamberin karısına aşık olduğunu anladı ve bu yüzden boşamak istedi. Yukarıda 7 sayfa boyunca bu rivayetin uydurma olduğunu ve böyle bir sebebin imkânsız olduğunu göstermeye çalıştım Dediğim gibi Kur’an, Kur’an ve bilimle tefsir edilir. Uydurulmuş hadislerle değil. Gerçekte Zeyd’in niçin boşanmak istediğini bilmiyoruz. Ayet önemli görmediğinden ya da başka sebeple bilinçli bir suskunluk içinde. Ancak ayet bize ipucu veriyor Zeynep’i artık istemeyen Zeyd b. Harise'dir. Bunu “Eşini tut ve Allah’tan sakın!” cümlesinden çıkarıyoruz. Muhammed peygamber ise Zeyd’in boşanma gerekçesini eleştiriyor ve Allah’a karşı saygılı ol diyor. Hâlbuki boşanma Allah’a karşı saygısızlık değildir. Demek ki Zeynep’le evliliğini bozmak isteyen Zeyd’in gerekçesini Muhammed peygamber uygunsuzluk olarak görüyor. Peki, Zeyd niçin boşanmak istiyor olabilir? Peygamberimiz Zeyd’i eşinin hakkını yemekle azarladığına göre Zeynep'te bir değişiklik olduğunu anlıyoruz. Hastalanmış olabilir, Zeynep belli bir süre yataklara düşmüş ve Zeyd’in artık ona bakmak istememesi olabilir, Zeynep’i artık kendince yaşlı bulmuş olabilir. Çünkü aradaki yaş farkını da bilmiyoruz vs. bir milyon ihtimal var. 2. Ama Allah’ın açıklayacağı şeyi sen içinde saklıyordun; zira insanlardan çekiniyordun. Bu ayetin en önemli kısmı burası. Hem Muhammed peygamberin hem biz Müslümanların sınandığı bölüm de burası. Burada mantığınıza sesleniyorum. Eğer Zeynep ile olan bu masalları duymasaydınız bu ayeti okuduğunuzda aklınıza ilk gelecek olan Muhammed'in Zeyneb'e olan aşını içinde gizlemesi mi olacaktı? Hiç rivayet bilmeyen ve daha önce Kur'an tefsiri görmemiş birine bu ayetleri gösterirseniz bu ayette saklanan şeyin "aşk" olmadığını söyleyecektir. Peygamberinn Zeynep’e aşık olmadığını biliyoruz. Bunu şuradan biliyoruz ki halasının kızı Zeynep'ten hoşlansaydı onu Zeyd ile evlendirmezdi kendisi evlenirdi. Hangi erkek hoşlandığı kadını başkasıyla evlendirir ve boşanmasını bekler? Ateistlerin ve rivayetlerin tüm iddiaları Muhammed Zeynep'i ilk defa Zeyd'in evine gidince gördü iddiasına dayanır. Halbuki Muhammed'in halasının kızını daha önce görmemiş olması ki görmedi farz edelim. Yine de evlatlığı Zeyd'e halasının kızını isterken veya düğününde görmemiş olması imkansızdır. Burada olay Peygamberin Zeyd'in Zeynep'le boşanma isteğinin arkasında yatan gerekçeyi peygamberin içinde saklaması ve topluma açıklamaktan çekinmesidir. Çünkü o dönem de tıpkı bugün kültürümüzde olduğu gibi hatta çok daha katı olarak boşanmak hele mantıklı bir izahı yoksa büyük bir ayıptır. Kur'an'ın “içinde saklıyordun” dediği Zeynep ile evlenme kararı veya Zeynep evliyken ona âşık olması değildir. Bize böyle düşündüren şey rivayetlerdir. Kafamızda bir ön algı oluştuğu için ayeti ne kadar okursak okuyalım aklımız içinde saklanılan şeyin "aşk" olduğu ihtimaline bizi götürmeye çalışıyor. Halbuki dediğim gibi Zeynep peygamberin hala kızıdır. Rivayetlerin aksine Zeynep'i ilk defa çamaşır yıkarken değil çocukluktan beri tanıyor olmalıdır. Hiç görmemişse bile Zeyd'e Zeynep'i istemeye giderken görmüş olmalıdır. Eğer peygamberimiz Zeynep’ten hoşlansaydı kendisi halasının kızını Zeyd ile evlendirsin? İlk olarak içinde sakladığı şeyi ayet direk söylemiyor. Fakat bunun Zeyd'in boşanma sebebi olduğunu cümlenin bağlamından hemen çıkarıyoruz. Nur 31’de “mü’min erkeklere söyle bakışlarını yasak olandan sakındırsınlar” ayeti açıkça Kur’an’ın yaklaşımını göstermektedir. Kadına şehvetle bakılmasını bile doğru bulmayan Kur'an nasıl olur da peygamberin başkasının eşine göz koymasını kabul eder. Bu olası bir durum değildir. Şunu da ekleyeyim."Allah’ın açıklayacağı" ifadesinde açıklayacağı fiilinin gelecek zaman ile çekimlendiğine dikkat ettiniz mi bilmiyorum. Bu da Zeyd'in boşanma gerekçesinin toplum tarafından Ahzap 37'den çok önce öğrenildiğini gösterir. Burada Allah'ın gelecekte açıklayacağı şey toplum tarafından öğrenilmiş ki Allah Ahzab 37'de "Allah’ın açıklayacağı şeyi içinde saklıyordun" cümlesini kursun. 3. Zeyd o kadınla ilişkisini tamamen kesip boşayınca, Biz onu seninle evlendirdik ki Burası hakkında size kişisel düşüncelerimi sunmadan önce Kur’an’ın vazgeçilmez bir kuralını hatırlatmak isterim. Allah bir ayette ya da ardı ardınca aynı konudan bahsettiği ayetlerde zamanları keserek anlatıyor. Hangi olay ne zaman yaşandı anlamıyorsunuz. Bazen yıllar sonraki bir olayı anlatırken sanki bir sonraki gün olmuş gibi aktarıyor. Kur’an, zamana takılmadığı için yaşanmış olayları zaman belirtmeden kullanıyor. Buna somut örnekler vereyim Ve gece karardığında bir yıldız gördü ve haykırdı “Benim rabbim bu!” Fakat yıldız batınca dedi ki ”Ben batanları sevmem” 76 Sonra ayın doğuşunu görünce “İşte rabbim bu!” dedi. Fakat o da batınca dedi ki “Doğrusu eğer rabbim beni doğru yola iletmeseydi, ben de kesinlikle sapıtan kimselerden olurdum!” 77 Nihayet güneşin doğuşunu gördü ve “Benim Rabbim bu; zira bu en büyüğü!” dedi. Fakat o da kaybolunca “Ey kavmim!” diye seslendi, “Ben sizin şirk koştuğunuz şeylerde yokum!” 78 HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ – ENAM 76, 77, 78 Gördüğünüz gibi İbrahim peygamberin Allah’tan başkasına tapanları ikna etmek için uyguladığı metod sanki 3 gün içinde gerçekleşmiş gibi anlatıyor. Kuran olayları keserek gerekli olanları birleştiriyor. Biz de sanki hemen olayın ardından yaşanmış gibi bir algı oluşuyor. Bunun sebebi insanoğlunun zamandan bağımsız düşünememesi. İbrahim yıldıza tapanların yanında belki yıllarca kaldı. Ama ayete bakınca sanki dün gece oradaydı ve yıldızın battığını o saniye görünce çark etti gibi anlatılsa da bu çok uzun sürede olmuş bir olaydır. Başka delilim de var Taha suresi Bunun üzerine biz de “Ey Âdem” demiştik, “işte bu, sana ve eşine tarifsiz bir düşmanlık beslemektedir; dolayısıyla, onun sizi bu has bahçeden çıkarma girişimlerine karşı çok dikkatli olun; yoksa bedbaht olursun! 117 Zira aklından çıkarma ki burada aç değilsin, açık değilsin; 118 yine unutma ki burada ne susuzluk çekersin, ne de sıcağa maruz kalırsın!” 119 Hal böyleyken Şeytan onu vehimlere sürükleyerek “Ey Âdem” dedi “sana sonsuzluk ağacını ve sonu gelmez bir saltanatın yolunu göstereyim mi?” 120 Derken o ikisi ondan yediler… 121 78 HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ –TAHA 117-121 Dikkat ederseniz olaylar sanki anlık oluyormuş gibi görünüyor. Ancak durum böyle değil. Farklı zamanlarda olmuş olayları ardı ardınca oluyormuş gibi sunmak Kur’an’ın anlatım metotlarındandır. Allah, Âdem’e tavsiye veriyor ama sanki hemen ardından şeytan Âdem ile konuşmuş gibi sunuluyor konuşma biter bitmez “Derken o ikisi ondan yediler” cümlesi geliyor. Bunlar ardı ardına olmuş olaylar değil. Âdem’i kandırmak belli bir süre almış olmalıyken ayet sanki her şey o an olmuş gibi sunuyor. Bu durumun aynısı Ahzab 37’de de mevcut. Ahzab 37 tamamen farklı zamanlarda olan olayları ele alıyor ve sanki ardı ardınca oluyormuş gibi gösteriyor Hani bir zamanlar Allah’ın kendisine ikram ettiği, senin de iyilikte bulunduğun kişiye diyordun ki “Eşini tut ve Allah’tan sakın!” Ama Allah’ın açıklayacağı şeyi sen içinde saklıyordun; zira insanlardan çekiniyordun. Oysaki kendisinden çekinmen gereken sadece Allah’tı. Zeyd o kadınla ilişkisini tamamen kesip boşayınca, Biz onu seninle evlendirdik ki, Ayette zamanlar belirtilmiyor olsa da olayların ard arda olmadığını biliyoruz. Buna delilim Bakara 228'dir. Muhammed Zeyd’e "boşanma!" diyor. Sonraki süreçte Zeyd boşanıyor. Muhammed peygamber ise Zeynep ile bir sebeple evleniyor. Sebebini bilmiyoruz. Ama bunun sebebinin "aşk" olmadığını yukarıda ki ilerleyen zamanlarda evlenme kararını almasının çok mantıklı bir izahı vardır. Ancak maalesef Kur'an bu sebebi bize açıklamıyor. Bu ayette olaylar arasında geçen zaman Allah tarafından kırpılmış. Buna delilim Bakara 228’dir. Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç 'ay hali ve temizlenme süresi' beklerler. BAKARA 228 Yani Muhammed peygamberin Zeynep ile evlenmesi için minimum yukarıdaki süreyi beklemesi gerekir. Ayette ise "Zeyd o kadınla ilişkisini tamamen kesip boşayınca, Biz onu seninle evlendirdik " diyor. Sanki boşandığı saniye Muhammed ve Zeynep evlenmiş gibi sunuluyor. Ancak dediğim gibi Kur'an'da boşanma süreci uzundur. Eşler yataklarını ayırır, sonra evlerini ayırır. Sonra eşler barıştırılmaya çalışılır. Ailelerden hakem seçilir. Bu sağlanamazsa kadın boşandıktan sonra yeni bir evlilik için minimum 3 ay bekler. Eğer Muhammed peygamber keyfine göre ayet uyduruyorsa ve Zeynep ile hemen evlenmek istiyorsa Bakara 228'in geçersiz olduğunu söyleyip Kur'an'dan sildirmesi gerekir veya hiç eklememesi gerekirdi. Peki, niçin biz evlendirdik ifadesi kullanılıyor? Bunun sebebi de bu evliliğin Allah’ın planladığı gibi gittiğini anlatmak içindir. Yoksa Allah sizi kendi katında nikâhladı vs. mitolojik bir olayı anlatmıyor. Cümle geçmiş zaman içerdiğinden ateistlerin Muhammed Zeynep ile evlenmek için ayet uydurdu iddiasını da çürütmektedir. Olayları sanki doğrudan kendi yapıyormuş gibi sunması Allah'ın başka bir anlatım metodudur. Buna delilim Rahman 2, Alak 4 ve Enfal 17’dir. Rahman 1 Kur’an’ı O öğretti 2 RAHMAN – 1,2 Kur’an’ı öğretme işini Allah bizzat kendisi yapmış gibi sunuyor. O insana kalemle öğretti. ALAK 4 Bu tür ayetler şunu anlatmaya çalışır Siz kalemle öğrendiyseniz, yazma yetisini size yerleştiren Allah sayesinde yaptınız ya da Kur’an’ı öğreniyorsanız size verdiği akıl sayesinde öğreniyorsunuz gibi. Enfal 17’de ise bir savaş sonucu Müslümanların galip gelmesini Allah kendisine bağlıyor. Hem onları siz öldürmediniz; amma velakin, onları asıl öldüren Allah’tı. Attığın zaman da atan sen değildin, ama asıl Allah attı. Zira o, inananları inayetiyle takdir ettiği güzel bir sınava tabi tuttu ENFAL 17 Allah’ın kullandığı anlatım metotlardan biri de budur. Allah kimseyi öldürmedi ama ayette bunu bizzat yapmış gibi sunuyor. Aslında demek istediği her olayın perde arkasında kendisinin olduğu, öldürme yetisini bile bize onun verdiğidir. Yani dolaylı olarak gerçekleşen her şey kendi yarattığı sistemle var olduğu için olayları doğrudan kendisine nispet ediyor. “Biz seni evlendirdik” derken de aynı metodu kullanıyor. Yoksa doğrudan biz seni nikâhladık, şahide gerek yok, Zeynep’in rızasına gerek yok vs. sonuçlar bu ayetten çıkarılamaz. Muhammed peygamber bu ayet indiğinde çoktan Zeynep ile özetlersek bu ayetten benim çıkardığım sonuçlar şöyle 1. Hani bir zamanlar Allah’ın kendisine ikram ettiği, senin de iyilikte bulunduğun kişiye diyordun ki “Eşini tut ve Allah’tan sakın!” Peygamber Zeyd ile Zeynep’in boşanmasını hoş karşılamıyor. Özellikle Peygamberin "Allah'tan sakın" demesi Zeyd'in gerekçesinin makul olmadığını gösterir. Çünkü boşanma hakkı İslam'da mevcut. 2. Ama Allah’ın açıklayacağı şeyi sen içinde saklıyordun; zira insanlardan çekiniyordun. Oysaki kendisinden çekinmen gereken sadece Allah’tı. Zeyd'in boşanma sebebini peygamber içinde saklıyor ve topluma aktarmaktan çekiniyor. Ancak bu sebep daha sonra toplum tarafından öğrenilmiş olmalı ki "Allah'ın açıklayacağı şeyi" ifadesine yer verilmiş. Allah tıpkı biz seni evlendirdik, insana kalemle öğretti vs. ayetlerinde olduğu gibi Allah bu sırrın da ortaya çıkarılmasını kendi üzerine alıyor. Yani Allah'ın kurduğu sistemde sırlar çok fazla gizli kalmıyor. Bu cümleden çok net anlıyoruz ki Ahzab 37 bu olaydan çok sonra inmiş. Çünkü peygamberin içinde sakladığı boşanma gerekçesini Allah Ahzab 37 indirmeden önce topluma açıklamış. Bu açıklama Allah'ın bizzatihi topluma vahyi ile değil. Sırlar pek gizli kalmaz yasasıyla yani bir şekilde toplum bu boşanma haberini ve gerekçesini öğreniyor. Bu yüzden Allah’ın açıklayacağı şeyi sen içinde saklıyordun deniliyor. Ayetin devamında Allah'tan değil insanlardan çekindiği için peygamberimiz eleştiriliyor. 3. Zeyd o kadınla ilişkisini tamamen kesip boşayınca, Biz onu seninle evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilişkilerini kesip boşadıklarında kişilerin onlarla evlenmelerinin önünde hiçbir engel bulunmasın sonuçta Allah’ın emri yerine gelmiş oldu Zeyd boşandıktan sonra Muhammed peygamber bir sebeple Zeynep ile evlenme kararı veriyor. Ancak evlenme sebebini Kur'an bize sunmuyor. Peygamberimiz bir şekilde evleniyor ve daha sonraki yıllarda Allah bunu “Biz onu seninle evlendirdik” diyerek onaylıyor ve bunun da Müslümanlara uygulamalı örnek olması açısından da iyi olduğunu ifade ediyor. Buna delilim şu cümledir"sonuçta Allah’ın emri yerine gelmiş oldu" Yani Muhammed peygamber Allah'ın emri olmadan bunu yaptı ancak Allah sonuç olarak benim emrim yerine gelmiş oldu diyerek bu evliliği onaylıyor. Ateistler bu noktada şu soruyu soruyor Allah evlatlıkların eşiyle evlenebilirsiniz diye bir ayet getirse yeterli olmaz mıydı? Elbette yeterli olurdu. Ancak Zeynep ile Muhammed’in evliliği gerçekleştikten çok sonraları Allah, Ahzab 37'yi indiriyor. Buna delillerimi yukarıda sundum. Ayet, peygamberin geçmişte Zeynep ile olan evliliğinin bu tür vakalara örnek oluşturması açısından iyi oldu diyor. Yoksa ayette evlatlıkların eşiyle evlenmeyi uygulamalı olarak göster diye bir emir yok. Zaten dediğim gibi ayette geçmiş zaman ifadeleri var. Yani Muhammed ile Zeynep bu ayetten çok önce evlenmiş evlatlıkların eşiyle evlenebilirsiniz diye bir ayet getirse yeterli olmaz mıydı? Yukarıda açıkladığım gibi elbette yeterli olurdu. Zaten Allah ahzab 37'de evlatlıklarınızın eşiyle evlenebilirsiniz ayetidir. Muhammed sen evlen ki evlenebileceğinizi görün ayeti değildir. Bu evliliğin bu ayet inmeden çok önce gerçekleştiğini yukarıda kaç kez sebepleri ile birlikte dile getirdim. Araplar için evlatlığın eşi ile evlenmek ayıptı. Bu ayette Allah'ın haram kılmadığı bir şeyin insanlar tarafından haram kılınmasının önemli olmadığını Peygamberimizin uygulaması ile gösterilmiş olduğu anlatılıyor. Muhammed toplumun kendince mutlaklaştırdığı geleneklere aykırı hareket etti. Ancak Allah'ın emrine aykırı değildi bu yaptığı. Ayet, sizde toplumun ayıpladığı bir şeyi Allah ayıplamıyorsa yapabilirsiniz diyor ve bunu bir toplumun ayıpladığı bir evlilik üzerinden örneklendiriyor. Ahzap 37, Allah tarafından öyle dizayn edilmiş ki Muhammed peygamber hakkında test edildiğimiz kanaatini taşıyorum. Kendi dönemindeki insanlar Muhammed peygamberin evli bir kadına göz koymadığını biliyordu. Bunun rahatsızlığını yaşamadı. Ancak biz gelecek nesiller için son derece yanlış anlaşılmaya açık yerleri var bu ayetin. Ben bu noktada Allah’ın bizim Muhammed peygamber hakkında ahlaksızdı diyenlerden mi yoksa o böyle bir şey yapmış olamaz diyenlerden mi olacağımızı görmek için test etti. İfk hadisesini bilirsiniz. Muhammed’in eşi Aişe’ye Muhammed’i aldattı iftirası yapılır. O dönem insanlar da Muhammed’in eşi ile test edildiler ama çoğunun sınıfta kaldığını Kur’an haber verir Bu iftirayı işittiğinizde, mü’min erkekler ve kadınlar birbirleri hakkında iyi zanda bulunup da “Bu düpedüz bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? 12 İftiracılar iddialarını ispat için dört şahit getirselerdi ya! Mademki bu şahitleri getiremediler, bu takdirde onlar Allah katında yalancının ta kendisidirler. 13 Bakın, eğer Allah’ın dünya ve ahirette sizin üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, bulaştığınız bu iftiradan dolayı mutlaka size korkunç bir azap dokunurdu; 14 tam da dillerinize dolayıp, hiçbir bilginiz olmadığı halde basite alarak ağızlarınızda gevelediğiniz sırada… Oysaki bu, Allah katında çok ağır bir vebaldir 15 İşte bu yüzden, onu işitir işitmez “Bu konuda konuşmak bize düşmez! Allah’ım, böyle bir iftiradan senin yüce zatına sığınırız! Bu dehşet bir iftiradır!” demeniz gerekmez miydi? 16 eğer imanda sebat gösteren kimselerseniz, Allah bu tür bir iftiraya bir daha asla bulaşmamanızı öğütler 17 HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ – NUR 12,13,14,15,16,17 Muhammed peygamber yaşarken eşine çok namussuzca bir iftira atılmış ve çok azı hariç tüm Müslümanlar da bu iftiraya inanmıştı. Allah ise Bu iftirayı işittiğinizde Bu düpedüz bir iftiradır demeleri gerekmez miydi? diyerek çok ince ama anlamı derin bir mesaj veriyordu. Şimdi aynısı Muhammed’in kendisine yapılıyor ve Müslümanlar kalkıp Bu düpedüz bir iftiradır diyeceklerine Muhammed benim için bitti diyorlar. Muhammed birileri için biterse bundan Muhammed'in kaybı olmaz. Kimin kaybettiğini öldükten sonra göreceğiz. Ayetin devamında şahit getiremezlerse” Allah katında yalancının ta kendisidirler.” diyor. Bakıyorum da Muhammed hakkında bir şahitleri yok zanları var. 200 yıl sonra yazılmış metinleri var. Onu hiç görmemiş insanlar asırlar sonra Muhammed’in ahlaksız olduğuna şahit oluyorlar. Bu nasıl bir şahitlik? Yalancılar. “dillerinize dolayıp, hiçbir bilginiz olmadığı halde basite alarak ağızlarınızda gevelediğiniz” ayeti de ne güzel özetliyor. Muhammed’in evli kadınlara göz koyduğu iddiası hiçbir net bilgiye dayanmadan basite alarak insanların gevelediğini görmek ne sarsıcı. Son olarak sözü Allah’a bırakıyorum “onu işitir işitmez Bu konuda konuşmak bize düşmez! Allah’ım, böyle bir iftiradan senin yüce zatına sığınırız! Bu dehşet bir iftiradır!’ demeniz gerekmez miydi?” ve Allah ekliyor "Allah bu tür bir iftiraya bir daha asla bulaşmamanızı öğütler" Hz. Muhammed'in Mekke dönemi O'nun dünyaya gelişinden itibaren Medine'ye hicretine kadar olan dönemi kapsamaktadır. Peygamberimizin bebeklik, çocukluk, gençlik ve ilk Peygamberlik dönemleri Mekke'de geçmiştir. Hz. Muhammed bu süreçte cahiliye dönemi olarak isimlendirilen tüm zorbalıklara, kız çocuklarının diri diri toprağa verilişine, undan yapılan helvalara önce Tanrı diye tapılıp sonra acıkınca yenilişine, kölelere yapılan eziyetlere yakinen şahit olmuştur. Bu yaşanan olaylar karşısında Peygamberimiz yalnız kalıp düşünmek için sık sık Hira Dağı'na gider ve burada inzivaya çekilirdi. Hz. Muhammed'in Davetinin Mekke Dönemi Hz. Muhammed'e Mekke döneminde kendisini seven ya da sevmeyen herkes güven duymuştur. Hatta dürüstlüğü ve güvenilirliğinden dolayı ona Muhammed'ül Emin unvanını vermişlerdir. Peygamberlik emri geldikten sonra İslam dinini açıktan yaymaya başlayınca Mekke'li müşrikler tarafından Müslüman olan sahabelere akıl almaz işkenceler yapılmıştır. 620 yılında ve Hz. Hatice'nin vefatının ardından o sene hüzün yılı olarak anılmıştır. Müslümanlara yapılan eziyetlerin artması neticesinde Medine'ye hicrete karar verilmiştir. Hz. Muhammed'in Hira Günleri Hz. Muhammed 35 yaşında soyunun devamını sağlayacak olan kızı Hz. Fatma dünyaya gelmiştir. Hz. Muhammed içinde bulunduğu cahiliye döneminde yaşanan sıkıntılardan arınmak, bunlara karşı çözümler üretmek için henüz Peygamberlik emri gelmeden önce Hira Dağı'na gitmeye başlamıştır. Bu süreç Peygamberliğe giden yoldaki son dönem olma özelliği de taşımaktadır. Hira Dağı Mekke'nin kuzeydoğusunda ve Kabe'ye yaklaşık 5 kilometre mesafede bulunmaktadır. Hira Dağı çevresinde bulunan dağlardan daha dik ve sivri olduğu için uzaktan çok kolay ayırt edilmektedir. Hira dağının iç kısmı bir insanın yatabileceği genişlikte ve ayakta durabileceği yüksekliktedir. Hz. Muhammed, Peygamberlikle müjdeleneceği tarihe kadar ki son altı ayda etrafında parlayan nurlar ve bu dünyaya ait olmayan çeşitli sesler duymaya başlamıştır. Ve bu süreçte gördüğü sadık rüyalar sebebiyle sık sık teferkküre dalmaktaydı. Hira Dağı'ndan indiği zamanlarda öncelikle Kabe'ye gidip Kabe'yi tavaf etmekteydi ardından ise evine gidip kendine yiyecek bir şeyler almaktaydı. Hz. Peygamber zaman zaman eşi Hz. Hatice'yi de yanında götürürdü, hatta rivayetlerde Hz. Hatice'nin Hira Dağı civarında bir çadırı olduğu söylenir. Peygambere 610 yılında 40 yaşında iken Ramazan ayının son on gününün içinde olduğu ve daha sonra Allah'ın Kadir ismini verdiği gecede Peygamberlik vahiy olunmuştur. O gece sabaha karşı daha önce hiç görmediği Cebrail Aleyhisselam aracılığı ile Alak süresinin, oku emriyle başlayan ilk beş ayeti indirildi. Cebrail o gece ilk defa kendi asli sureti ile Peygamber efendimize görünmüş ve O'nu sıkarak oku emrini getirmiştir. Bu olayın üstüne korkarak endişeye kapılan Peygamber hızla Hira dağından inerek evine gitmiş ve Hz. Hatice'den üstünü örtmesini istemiştir. İlk Müslüman Davetleri Peygamber efendimiz Allah'ın emri ile ilk üç sene Peygamberliğini ve Müslümanlığı açıkça kimseye anlatmadı. İslam dinini güvendiği insanlara tebliğ ediyor ve ihtiyatlı davranıyordu. İlk üç sene gizli olarak yapılan davetlerde birçok kişi İslam dinine dahil olmuştur. Hz. Muhammed'in İslam’ı anlatmaya nereden başlayacağı konusundaki Vahiy bizzat Allah tarafından kendisine iletildi. Ve ''önce yakın akrabalarını azaptan sakındır'' diye emir geldi. İlk Müslümanlar eşi Hz. Hatice, akrabası Hz. Ali, amcası Hz. Ebubekir, azatlı kölesi Hz. Zeyd Bin Harise ve kölesi Hz. Bilal Habeşi'dir. Önerilen İçerik Mekke Gezilecek Yerler / DİN Hz. Aişe ve Üç Önemli Olay GÜVENMEYİ VE GÜVEN VERMEYİ ÖĞRETEN KADIN Hz. Ayşe’ nin hayatında 3 önemli hadise ön plandadır. - Evlilik yaşı - İfk hadisesi - Cemel vakası Üç olayda da Müslüman kadının hayat içindeki halleri vardır. Bu haller karşısında Hz. Muhammed takındığı tavırlar vardır. Tüm bunlardan Hz. Ayşe’nin şahsında hayat içindeki yerimizi konumlandırırız. Bu olaylar aslında tüm İslam tarihi açısından bakıldığında çok ön planda olan olaylar değillerdir... Bununla beraber kadının hayat içerisindeki konumu açısından önemlidir. - EVLİLİK YAŞI MESELESİ - Hz. Ayşe’nin evlendiğinde 9 yaşında olduğu şeklinde gelen rivayetler vardır. Bundan yola çıkarak Hz. Muhammed’e dil uzatanlar olmuştur. Oluyor , ve olacaktır…. Biz burada yaşının küçüklüğü yada büyüklüğü üzerinde durmak kadar bu konuyla ilgili olarak şunu söyleyebiliriz. Hz. Muhammed evliliği ile ilgili yaşadığı çağdaki insanlardan bir reddiye gelmemektedir. Ebu Leheb,Ebu Cehil her konuda Resullulah’a muhalefet ederken bu durumla ilgili hiçbir muhalefette bulunmamışlardır. Sadece aracı olan dünür hanıma Hz. Ebubekir -biz kardeş gibiyiz olur mu?- diye sormuştur .Ve aracı hanım bu soruyu iletmiştir. Hz. Muhammed sadece dostluktan kaynaklanan bir kardeşliği olduğu ve bunun da nikaha engel olmadığı şeklindeki tavrı sonucu nikah gerçekleşiyor. Hz. Muhammed’e düşman olan Mekkeli müşrikler öldürme planı yapacak kadar ondan nefret etmelerine rağmen ile evliliğine tek laf etmemişlerdir. Daha sonraki dönemlerde özellikle ahir zamandaki bakış açılarımızla baktığımızda bazı akıl sahipleri!!!! Hz. Muhammed sapık muamelesi yapacak kadar ileriye gidiyorlar. DİKKAT EDİN MÜŞRİK YADA YAHUDİLERDEN BAHSETMİYORUZ !... Yaş meselesinde Hz. Aişe’nin yaşı 9 mudur? 18 midir ? diye bakmak yerine bu hususa dikkat çekmek istedik. Biz ahirzaman insanları dil uzatabilecek kadar Peygamberimizi tanımıyoruz. Hz. Peygamber’in evliliklerini sadece kendi paradigmalarımıza göre değerlendiriyor. Zaman şartlarını ve geleneklerini bilmeden iftira atıyoruz. Yaşının 18 olduğu rivayet edenler Hz. Esma’nın hicret yaşından yola çıkarlar. Yaşının 9 olduğunu rivayet edenler ise; Hz. Ayşe’nin “ ben İslam içinde doğdum ve yetiştim” sözünden yola çıkarlar. Böyle olunca da Hz. Ebubekir’in annesi ile evliliği ilk vahiyden sonra gerçekleşmiştir. Vahiyden ile olan evliliği arasında geçen zaman 9 sene olarak sonucu olarak 9 yaşında olduğu rivayetleri bize ulaşır. Bu konuda bizim için önemli yaşının 9 veya 18 olması değildir. Hz. Muhammed ile Hz. Aişe 9 mutlu yıl geçirmiştir. Ve önümüze 2210 hadis rivayet eden bir İslam kadını vardır. Hz. Ayşe ile ilgili şöyle bir tesbit vardır. “ Hz. Ayşe çekirdekten yetişme idealist bir Müslüman dır…” Bu İslam kadını ile aramızdaki fark nedir ? diye kendime sordum Bizde çekirdekten Müslüman’ız… Elhamdürillah müslümanız... Bir türlü idealist olamadık. Zaten idealist olma gereği de duymadık İşte asıl bizi ilgilendiren burada 9 veya 18 yaş hangisi olursa olsun. Hz. Muhammed’ e eş olabilecek çekirdekten yetişme bir Müslüman Ve o kız 9 yaşında Kızlarımız 9 yaşımızda daha ne olduğunu bilmiyor. 18 yaşında ise hangi pop yıldızının peşinde Hz. Ayşe 9 yaşında eş olabilecek kabiliyette yetişmiş örnek Müslüman Peki biz nerdeyiz? Yaş ile ilgili son olarak söyleyebileceğimiz o günkü şartlarda müşrikler bile yaşı mesele etmemiştir. Üzerinde durmamışlardır. Şartlar gereği laf edilecek bir mesele olsaydı. Kesinlikle Ebu Leheb bu fırsatı kaçırmazdı. Bize ne oluyor…. Hz. Muhammed’in gerçekten peygamberimiz olduğuna iman ediyor muyuz? Hz. Ayşe üzerinde Hz.. Muhammed dil uzatmak isteyenlere deriz ki; Bu bir evlilikti. Aile müessesesi kuruldu. Bu evlilik 9 mutlu yıl sürdü. vefatı ile sonlandı. Huzurlu örnek bir aile modeline zina muamelesi yapmak niye? ki zinaya ahir zamanın Müslüman kılıklı insanları evlilikten daha sıcak bakıyor affet Allah’ım bilmiyorlar… -İFK HADİSESİ- İfk olayından öncede Zetul Ceyş denilen yerde mola verilince gerdanlığı kaybolur. gerdanlığını müslümanlar ararken zamanın geçmesi ve bu arada su da bulunamaması ve sabah namazının vaktinin geçmesi olayı vardır. Ve bu olay aracılığı ile müslümanlara teyemmüm ayetleri iner. Hz. Ayşe ile Allah müslümanlara bir kolaylık nasip eder. Bundan bir süre sonra yine bir sefer sırasında ihtiyacını gidermek için devesinden iner. devesinin üzerindeki hevdecte olduğu sanılarak hareket edilir. Yola devam edilir. Hz. Aişe ihtiyacını giderip geri döndükten sonra ordunun gittiğini anladı. Ve olduğu yerde bekler. Çünkü ordunun onun yokluğunu fark edeceğini veya arkadan kalan eşyaları toplayan görevlinin geleceğini tahmin ettiği için bekler. Bu arada arkada kalan eşyaları toplayan görevli Hz. Ayşe’yi fark eder. Ve alarak orduya yetişir. Bu olay münafık biri tarafından dillere dolanır. Bu olay Medine de fısıltı gazetesi yoluyla yayılır. Olayın tarihi süreci yukarda ki gibidir. Ve tüm İslam tarihi kitaplarında ayrıntılı olarak vardır. Biz bu süreç içerisinde olan olaylardan çok bireylerin duruşlarına bakmaya çalışacağız. Hz. Ayşe olayı ilk anda fark bu sefer sonrası bir süre rahatsızlanır. Rahatsızlığı sırasında Hz. Muhammed’in sadece “nasılsınız ” sorusu onu şüphelendirir. kendisine karşı daima alakalı ve ilgili olan bu tavırlarını anlayamaz. Neler olup bittiğini de tam olarak algılamaz. Çünkü hastalığı onu zorlamıştır.. Bu ortamdan bir süre ayrı kalmak ve ne olduğunu anlayabilmek için baba evinde dinlenmek ister. Hz. Muhammed izin ister. İzin verilir. İznin verilmesi onu daha da şaşırtır. Hz. Ebubekir’in evinde iken olayın teferruatlarına hakim olur. Bu olayın teferruatlarına hakim olunca hem hastalığı artar. Hem de yıpranır. Lakin ne bir isyan ne bir tepki sadece Rabbine sığınır. Ebubekir ve Ümmü Ruman üzgündür. Anne ve baba çok üzgündür. Ama sabırla beklerler. Kızları ve damatları için hayır duada bulunurlar. Suçlamazlar kimseyi damatlarına kızmazlar. Kızlarına ne yaptın sen demezler. Silaha sarılmazlar. Onlar teslim olmuş iman etmiş iki bireydir. Bu arada Hz. Muhammed söylentilere inanmaz. Sadece olayın büyümesi ve toplumsal bir hal almasından dolayı olayı yakınlarıyla istişare eder. Olayın büyümesi ve iftira olayının toplumsal bir mesele olması sebebiyle çözüm için bir şeyler yapmak için diğer eşi başta olmak üzere birkaç sahabe ile konuşur. Çünkü bu fitnenin yol açabileceği olaylar tüm ümmet için bir örneklik teşkil edecektir. Hz. Muhammed Hz. Zeynep’e sorulduğunda Hz. Ayşe’de “iffet ve hayrından başka bir hiçbir şey görmediği” cevabını alır. Diğer istişare ettiği sahabeler ve aynı şeyleri söylerler. yardımcısının fikrinin alınmasını önerir. Ve yardımcıda kefildir. Burada şahsında bir Müslüman’ın hem güven veren hem de güvenilen olması gerektiğini anlıyoruz. Sahabeler Hz. Ayşe’ye güveniyordu. Bununla birlikte güven veren bir şahsiyetti. . Hz. Muhammed’e inen ayetler Nur süresi 10’dan 20’ye kadar Tüm müslümanların toplumsal açıdan ümmetin zina ve iftira ile ilgili alacağı tavırların sınırlarını çizer. şahsında bu olayla müslümanların hem güven veren hem de güvenilir şahsiyetler olması gerektiğini öğreniriz Hz. Ayşe güven vermişti. Hz. Muhammed güvenmişti. Sorması ve meseleyi araştırması bu olayın bireysel değil toplumsal olmasıyla alakalıydı. Olay bizimle alakalı ise; sormalıyız. Olay bizimle alakalı ise; soruşturmalıyız. Birbirimize güvenmeliyiz Birbirimize güven vermeliyiz. Nur suresindeki ayetlerin vahyinden sonra gelişen olay da ilginçtir. Ayetlerle iftiraya uğradığı bildirilen Hz. Ayşe’ ye babası “Hz. Muhammed’e teşekkür et” şeklindeki sözüne verdiği cevap “ beni temize çıkaran Allah’a hamd olsun ” dur. İfk olayında sabırla bekleyen kendisine atılan iftira olayında gerçeği ayetlerle ortaya çıkaran Rabbine teşekkürü ile ; Hz. Aişe bir tevhid temsilcisiydi. İfk hadisesi ile Hz. Aişe üzerinden Hz. Muhammed yıpratılmıştır. Cahiliye aile temeline saldırı da bulunmuştur. Bizler dil uzatan zihniyetten ne kadar uzağız? Ahirzamanda gerek bilgisizlikten, gerek peygamber sevgisi eksikliğinden gerekse sırf müslümanların aklını karıştırmak için üzerinden dil uzatan birçok insan vardır. Bizim duamız bu dil uzatanların mazeretlerinin Allah katında geçerli olmasıdır. Çünkü mazeretleri geçerli değilse yaptıkları iftiradır. Onlara tavsiyemiz Nur suresi 10 uncu ayetten 20 e kadar ayetleri meal ve tefsir anlamında tekrar tekrar okuyup mazeretlerini bu ayetler ışığında gözden geçirmelidir. Hz. Muhammed çifti çok ağır bir iftira olayından sonra bile evliliklerini sürdürmüştür. Allah onların şahsiyetinde tüm ümmete aile müessesesinin temellerinin sağlamlığının ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. Aile temellerini sağlam kuranlar ilişkilerine ve kendilerine yalan bulaştırmayan şahsiyetlerin evlilikleri sarsılabilir. Bu bir imtihan sürecidir. Ve imtihan sürecinde kazananlardan olunabileceği ve evliliğin kaldığı yerden devam edebileceğini bize öğretmişlerdir. - CEMEL VAKASI - Hz. Ayşe’nin zor bir imtihanıdır. Cemel olayı….. Sosyal bir şahsiyet olmasından dolayı ilimde ve siyasi alanda her zaman sorumluluk bu sorumlulukların neticesi ; Cemel olayı…. Cemel olayının tam anlamı ile kavramak için Hz. Osman döneminin incelenmesi gerekmektedir. Hz. Ayşe şahsiyet olarak Hz. Ebubekir, ve zamanın da fetva makamlarından biriydi. Fetva merkezi ya da başvurulan Hz. Ayşe hali onun sosyal sorumluluk bilinciyle açıklanabilir Bir çok bilgi ona sorulurdu. Bir çevresi ve müslümanlar üzerinde etkisi vardı. Hz. Ayşe sosyal olaylar karşısındaki sorumluluklarına hayatının hiçbir döneminde kayıtsız kalmamıştır. Hz. Osman’ın şehit edilmesi 40 günlük ev hapsinden sonra ve bunun sonucu ortaya çıkan sıkıntıların olduğu bir dönemde Hz. Ayşe’nin olayların içinde olmaması düşünülemez. İlmi açıdan ve sorumluluk bilinci olması açısından bakılırsa Cemel olayının içinde olması daha kolay anlaşılır. Onun derdi hesap sormak değildi. Sadece bir an önce kanını akıtanların yakalanmasını istiyor. katedilmesinin hesabının sorulmasını istiyordu. ise halifeydi. Onun derdi de Hz. Osman’ın hesabını sormaktı. Yanlız halife olmanın verdiği sorumlulukla daha da dikkatli bir yol izlemekteydi. Hz. Osman’ın şehit edildiği dönemde Mekke de idi. Hac için Hz. Osmanın başına gelenlerden sonra Medine’ye dönmeye karar verdi. Olaylar tam bir kargaşa ortamında gelişiyordu. şehit edilmesinin asıl sebeplerinden biri de buydu. Kargaşa çıkarmak ortalığı bulandırmak müslümanları birbirine kırdırmaktı. Münafıkların kurduğu kumpasta maalesef Hz. Ali ile ve taraf oldular. Ve sorunlar kargaşa içinde kolay çözülemiyordu. Hz. Aişe bir an önce Hz. Osman’ı şehit edenlerin bulunmasını ve cezalarının verilmesi halifeden talep ediliyordu. Halife Hz. Ali’de katillerin cezalarını vermek için çaba harcıyordu. Halife olmasının sorumluluğu ile daha sakin bir şekilde durumu netleştirerek katillerin cezalandırılması için uğraşıyordu. Kargaşanın daha da karmaşık hale gelmemesi için uğraşıyordu. Bir halifeye uygun çözümler bulmak için uğraşırken kaostan beslenen münafık grublarda boş durmuyor. Ortalığı daha da karıştıracak dedikodular üretiyorlardı. Medine de Hz. Aişe’nin etrafında toplanan gruba ve iştirak etmişti. 2 taraf olmuştu. ve biat etmişlerdi. Bununla beraber olayı ile ilgili de Hz. Ayşe gibi düşünüyorlardı. Bu arada Şam valisi Muaviye de Hz. Ali’ye hesap sorma derdine düşmüştü. Bu yüzden Hz. Ali önce Hz. Aişe ile aralarında ki iletişimsizliği halletmenin en önemli meselesi olduğunu biliyordu. Ve tüm mesaisini buna harcıyordu. Bu arada da münafıklar da boş durmuyordu. Fitne kazanı kaynıyordu. Tüm bunlar iki müslüman orduyu karşı karşıya savaşır hale Ali ve arasında ki fikir ayrılığı savaşla sonuçlanmıştı. Ve savaş sonunda iki taraf da kayıplar mevcuttu. daha sonra ile aralarında yaşanan olayı anne-evlat anlaşmazlığı olarak tanımlamıştır. bu tanımlamayı onaylar tarzda davranarak Medine’ye göndermiştir. Bu olay daha da detaylı bir şekilde incelenebilir. Lakin bu tarih bilgisi üzerine yorum tek başına Cemel olayı üzerinden yapılamaz. Ondan önce geçen 3 halife ve devletin geçirmiş olduğu süreçler içinde Cemel vakası okunmaya çalışmalı ki aslında bu bir okuma değil sadece anlamadır. Biz tarihin tekerrür etmemesi için Cemel vakasını okuyabilirsek Cemel vakaları tarzı olaylar tekrarlanmaz. Zaten aslında tarih tekerrür etmez. Tekerrür eden insandır. İnsanlar tekerrür ettiği için,gelişmediği ve tarihten ders almadığı için tarih tekerrür eder.

hz muhammed ile ilgili olaylar